logo

trugen jacn

KIZIL ÇİN KAPİTALIZMİ VE DOĞU TÜRKİSTAN SANCISI

Çin’in esareti altında yaşayan Çinli (Hui)  Müslümanlar ile özellikle   Doğu Türkistan’da yaşayan  Uygur, Kazak, Kırgız  ve diğer Türk soylu Müslümanlar büyük bir  baskı ve zulüm  altında ve iki ateş arasındadırlar. Bu konuda sayın Hamza Türkmen’in   kaleme aldığı bu araştırma ve  inceleme yazısı   Çin’de yaşayan Müslümanlar için   gerekli ve iyi  bir arka plan çalışması olarak öne çıkmaktadır.  Çin’deki zulmün dünkü yüzü komünizmdi; bugünkü ise ekonomik liberalizm. Çin zulmü, ateist ve din karşıtı politikalarla sürüyor. 80 bin civarında Çinli Hui ve 30 milyona yakın Doğu Türkistanlı Müslüman büyük baskı altında. Ya ortak değerlerinden koparılmaya ya da tasfiye edilemeyen İslami kimlikleri ikincil kılınmaya; ya da etnik asabiye ile birbirlerine düşürülmeye çalışılıyor.

Yeni Çin kapitalizminin rakip güçleri olan ABD ve stratejik ortakları, yasak ve asimilasyon politikalarıyla sindirilmek istenen Çin Müslümanlarını, özellikle Doğu Türkistan Müslümanlarını, gittikçe büyüyen Çin’i durdurabilmek, ülke genelinde iç istikrarsızlık oluşturabilmek niyetiyle araçsallaştırmak istemektedir.

İşte iki ateş arasında kalmak dediğimiz konunun güncel karşılığı bu.

Çin Kapitalizmi ve Doğu Türkistan Sancısı

Hamza Türkmen (Haksöz Dergisi )

Devlet kapitalizmi de demokratik liberalizm de endüstrileşme ve sömürü süreçlerinin taşıyıcılarıdır. Artık Batı bir coğrafi tanımlama değildir. Güç ve kalkınma yolunu kapitalizmde gören bütün sistemler artık Batı’dır. Halen ABD, küresel kapitalizmin imparatoru olarak görülse de %10,5’luk kalkınma hızı (2006’da endüstri büyüme oranı %22.9) ile Çin Halk Cumhuriyeti yakın gelecekte ABD’nin en büyük rakibi olarak belirmektedir.

Mao Zedung liderliğindeki Çin, radikal tedbirlerle Çin toplumunda sosyo-ekonomik ilerleme sağlayacak komünist bir kültür devrimi hedeflemişti. 1976’da ölen Mao’dan sonra “radikaller”i Mao’nun eşi Chian Chin yönetti. Ama“ılımlılar”ı temsil eden Başbakan Hua Guofeng, hem parti başkanlığını ve hem de Askeri Komite Başkanlığı’nı ele geçirdi, radikaller tasfiye edilirken Mao’nun eşi bile hapishaneye gönderildi. Çin’de 1985’ten sonra değişik alanlarda modernizasyona hız verildi ve Hua Guofeng, Dıng Şiaoping’in başında bulunduğu reformcu kanadın yönetimde güçlenmesiyle geri plana çekildi. Hua, “Kültür Devrimi”ni tasfiyesiyle ve ekonomik reformların önünü açmasıyla aslında Mao’dan sonra sessiz sedasız adeta ülkenin ikinci büyük tarihi kişisi oldu.

Çin’in yüzölçümü 9.572.419 km². Bu oranın onda birinden fazla olan bölüm, yani Türkiye’nin iki katından fazla bir toprak parçası Doğu Türkistan’ı oluşturuyor. Çin’in tahmini nüfusu 2009 itibariyle 1,3 milyar kişi. Doğu Türkistan’ın nüfusu ise 30 milyon civarında. Bu nüfusun da yarısından fazlasını ise buraya çalıştırılmak ve denetim için getirilen Han denilen Çinliler oluşturuyor. Doğu Türkistan’ın Türkî kabul edilen Müslüman nüfusu ise Uygur, Kazak, Özbek, Tatar kavimlerinden oluşuyor. (Bugün için 25 milyon oldukları iddia ediliyor: Gokbayrak.com) AyrıcaTacik ve Moğollardan olduğu gibi Han Çinlilerinden de bu coğrafyada Müslümanlar var (1 milyon civarında). Ama kendisini Müslüman olarak tanımlayanların çoğunluğu Uygurlar. Doğu Türkistan’a, Çin resmi söyleminde“Sinkiang” (Sincan) denilmektedir ve bölgenin Özerk Yönetimi, Çin Komünist Partisi tarafından belirlenmektedir. Özerk Yönetim, Türkiye’deki “tek parti sistemi” gibi bölgeyi despotça yönetmekte, camii görevlilerini bile kendisi atamaktadır.

Çin’deki Müslümanların durumu ve Doğu Türkistan gerçeği, Türkiye ve dünya Müslümanlarının gündemine en kapsamlı olarak 5 Temmuz 2009 Urumçi Olayları‘na bağlı olarak geldi ve Doğu Türkistan meselesi medyada hiçbir zaman olmadığı kadar yer tuttu, birçok yazı yazıldı. Ancak Müslüman kesimde de Türkçü ve laik kesimde de bölge ile ilgili yorumlardaki “bilgisizlik veya abartı hat safhadadır” denilebilir.

Doğu Türkistan’da yaşanan zulüm ve haksızlıklar, vahiy dışı sistemlerle alakalıdır ve asırlardan beri sürmektedir. Ancak bu bölgede yaşanan hak ihlallerini ve tuğyanı komünist rejim öncesi ve sonrası diye ayrıştıran Türk ulusçuları ve ABD yandaşları, ABD’nin en büyük rakibi haline gelen mevcut Çin rejimini ve kültürünü aşağılarken Batılı yaşam tarzını meşrulaştırma eğilimindedirler. Doğu Türkistan’la ilgili haber ve değerlendirmeler büyük ölçüde 2004 yılında kurulan ve ABD finansmanıyla yaşayan “Sürgündeki Doğu Türkistan Hükümeti” ve bu çizgiyle ilgili Uygur ve Doğu Türkistan dernek ve vakıfları kaynaklıdır. Bu nedenle de kullanılan birçok veride ve yapılan yorumlarda aşırı abartı ile karşılaşmaktayız. Kaldı ki Çin 1985 yılından bu yana hızla modernizmin açtığı yolda ilerlemekte ve mustez’af halkların da çoğu kere özlem duyar hale geldikleri kapitalist tüketim kültürünün alternatif versiyonlarını üretmeye çalışmaktadır. İşin ilginci sayıları 60 veya 100 milyona yaklaşan Çin Müslümanları ve bunların Doğu Türkistan’la ilgili yaklaşımları hakkında bilgisizliğimiz halen sürmektedir.

Doğu Türkistan’da kendini Müslüman olarak kabul eden Uygur, Kazak, Özbek, Tatar, Moğol ve Taciklerin nüfusu 2004 resmi sayımına göre 10 milyon civarındaydı. Toplam nüfus 19.6 milyondu. Çin’in sayılar üzerinde oynadığını belirten Doğu Türkistanlı kuruluşlar, Doğu Türkistan nüfusunun 30-35 milyona çıktığını belirtmekte, Çinlilerden Hanların birçok şehirde nüfusun yarısını oluşturur hale geldikleri için de şikâyette bulunmaktadırlar.

Urumçi Olaylarının Nedenleri

26 Haziran 2009 günü Çin’in güneyindeki Guandong eyaletindeki oyuncakçı fabrikasında çalışan Uygurlar saldırıya uğradılar. Çin yönetiminin 2003 yılından beri uygulamakta olduğu “İşgücü fazlasını başka bölgelere yönlendirme” projesi kapsamında oyuncakçı fabrikasında zorunlu olarak çalıştırılan Doğu Türkistanlı genç kız ve erkeklerle Çinli işçiler arasında 2 Uygur kızına yönelik taciz ve sarkıntılıkla başlayan tartışma, kavgaya dönüşmüş ve olaylar fazla büyümeden yatıştırılmıştı. – Ayrıca işi olmayan veya kırsal kesimde yaşayan her Çin vatandaşı bir veya bir buçuk aya varan, bazen daha uzun süren işlerde her yıl zorunlu olarak çalıştırılmaktadır.-

Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Çin gezisini tamamladığı gün sabaha karşı 200 kadar (bazı iddialara göre içlerinde sivil giyimli 100 Çinli asker bulunan yaklaşık 5 bin) Çinli işçi sopa ve demir çubuklarla söz konusu fabrikanın yatakhanesinde kalan Uygur gençlere saldırarak katliama dönüşen olayların fitilini yakmışlardır. 5 veya 10 bin işçi çalıştırıldığı rivayet edilen bu fabrikada Doğu Türkistan’dan getirilen işçilerin sayısının ise 800 kişi olduğu belirtilmektedir. Güvenlik güçlerinin seyirci kaldığı ve saatlerce süren olaylarda yüzlerce Uygur yaralanmış, resmi rakamlara göre 2, uluslararası haber kaynaklarına göre 18 kişi ölmüştür. Olaylardan sonra iki yüze yakın Uygur işçi de gözaltına alınmış veya başka bir bölgeye gönderilmiştir.

Bu olayda ölen, yaralanan, abluka altında tutulan veya başka yerlere gönderilen işçilerin Doğu Türkistan’daki yakınları büyük bir merak ve infial içine düşmüşlerdir. Önce ölü ve kayıp işçilerin anneleri ve yakınları, çocuklarının resimleriyle Urumçi’de polis müdahalesine rağmen gösteri yapmışlardır. Guandong’daki olayı protesto edenlerle buna karşı çıkan Han Çinlileri arasında da Urumçi, Kaşgar gibi illerde çatışmalar çıkınca gelişmeler Uygurları galeyana getirmiştir. Büyüyen olayları yatıştırmak için Çin polis kuvvetleri şiddet uygulamış ve 5 Temmuz’da gerçekleşen olaylar sırasında resmi açıklamalara göre 156, dış basından gözlemcilere göre 300-400 kişi ölmüş, bini aşkın insan yaralanmış ve yüzlerce insan da tutuklanmıştır. Çin basını olay haberlerini “kargaşa” olarak değil “ayaklanma” olarak vermiş ve Çin Başbakanı olaylar üzerine Davos Zirvesi’ni bırakarak Çin’e dönmüş, dış dünyada da TC Başbakanı Tayyib Erdoğan olayları “soykırım” olarak nitelemişti.

Sinkiang Özerk Bölgesi Komünist Parti Şefi’nin olayların faillerinin yargılanacağını değil de idam edileceğini ifade eden yaklaşımı, Çin’deki hukuk mantığının Türkiye’deki darbe hukuku ile pek farklı olmadığını ortaya koymaktadır. Ve tabiî ki Doğu Türkistan’da ayaklanmayı andıran bu infiali, günübirlik olaylara bağlayamayız. Bu infialin arka planında yatan saiklerin, senelerden beri süren baskı, zulüm, sömürü ve asimilasyon uygulamalarından kaynaklandığını kavramamak mümkün değildir.

Çin’deki maden ocaklarının %85’i Doğu Türkistan’dadır. Bölgenin petrol rezervi 8 milyar tondur ve her yıl 10 milyon ton petrol Çin’e taşınmaktadır. Çin kömür tüketimin yarısını da bu bölgeden sağlamaktadır. Ancak bu nimetlerden Doğu Türkistan halkı yeterince yararlanamadığı gibi, sanayi kuruluşlarında çalışanların %90’ını ve petrol tesislerinde çalışanların %99’unu bölgeye yerleşmeleri teşvik edilen Çinlilerden oluşmaktadır.

Çin’de 43 farklı dilde yayın yapan radyo vardır ve bunların içinde 24 saat yayın yapan Uygur radyosu da bulunmaktadır. Ama henüz yazılmış bir Uygur sözlüğü yoktur ve Doğu Türkistan’da okuryazar oranı %58-60 civarındadır. Komünist Çin idaresi sırasında Uygur alfabesi önce Kirilceye çevrilmiş; ama Rus egemenliğinden duyulan korku yüzünden Latin harflerine geçilmiştir. Bu kez de Türkiye ile kurulacak ilişkilerden korkulduğu için Arap alfabesine dönülmüştür. Üniversitelerde eğitim Çince yapılmaktadır. 4 milyon kişi eğitim kurumlarından yararlanmaktadır ama Türk kökenlilerin üniversite kazanma oranları düşüktür. Kalifiye işlerde çalıştırılacak eğitimli insanlar da Han Çinlilerinden seçilmekte; Kazak ve Kırgızlar hayvancılıkla Uygurlar da daha ziyade tarımla uğraşmaktadır.

Fabrikalarda çalışma şartları da Çinliler lehinedir. Mesela Urumçi’deki büyük bir tekstil fabrikasında çalışanların sadece %10’u Türkî halklardandır. Kaşgar’da 12 bin işçi çalıştıran fabrikada Uygur işçi sayısı sadece 800’dir. Oysa Doğu Türkistan’da Türkî kavimler arasında Uygurların oranı %75-80 oranındadır. Ayrıca Çin hükümeti, eskidiği için tarihi evleri yıkıp yerine dev bloklar yapmakta ve buralarda Çinliler başta olmak üzere mozaik bir yerleşim oluşturmaktadır.

Hâkim Çin kültürünün kodları Batı modernleşmesine yöneliktir ve ateist temellidir. 1985 modernleşme süreciyle birlikte tek tip kıyafet terk edilmiş ve Batı usulü giyim yaygınlaşmıştır. Rock müziğine ve her türlü seküler eğlence etkinliğine izin verilmiştir. Tüketimi teşvik eden reklâmların önü açılmıştır. Bu arada gençler arasında uyuşturucu ticareti yaygınlaşmış ve çetecilik artmıştır. Bu arada Türkî kavimlerin gençleri arasında Uygurca, Kazakça, Özbekçe dili ile konuşmayı ayıp sayan, Çince konuşmayı övünülecek bir yetenek gören eğilimler yaygınlaşmış, Çin elitleri taklit edilmeye başlanmıştır. Genç kızların giyim ve makyaj tarzları öyle bir düzeye gelmiştir ki kimin Uygur kimin Çinli olduğu ayrıştırılamaz hal almıştır. Urumçi’de Uygurların yaşadığı bölgelerde gezenler Galatasaray forması giymiş gençlerle karşılaşmaktadır. Türkiye’den birisi sırtında Hakan Şükür, Hagi forması taşıyan gençlerle konuştuğunda bu gençler “Cim bom bom” diye slogan atmaktadır.

Doğu Türkistan, “Altın Hilal”e komşu. Yani İran’ın dağlık bölgelerine, Pakistan ve Afganistan’a. Bölgede doğu yönüne kaçırılan eroin ve esrarın yolu üzerinde olduğundan, uyuşturucu bağımlılığı artıyor ve özellikle Uygurlar arasında HIV/AIDS büyük bir hızla yayılıyor. İki yıl öncesine kadar Çin’e uyuşturucu madde girişi, genellikle Laos, Myanmar (Burma) ve Tayland’ı kapsayan “Altın Üçgen”den olurdu. Buralarda yürütülen yasadışı afyon ekimi ve uyuşturucu bağımlılığıyla mücadele sayesinde, yolun kullanımı giderek azaldı. “Sinkiang Özerk Bölgesi”nde hem uyuşturucu yakalamalarının hem de 2000 yılından bu yana, bağımlı sayısındaki en az altı kat artışın nedeni, bu güzergâh değişikliği.

On yıl içinde, damar yoluyla eroin kullanımı, dolayısıyla HIV, Çin’in 31 eyaletinin her birine, her belediyesi ve her özerk bölgesine yayıldı. Halen, HIV’le yaşayan kişi sayısı yaklaşık bir milyon, bunların 650 bin kadarı damar içi yolla uyuşturucu madde kullanıyor. Çin’de zaten toplam 743 bin kayıtlı eroin bağımlısı var. Demek ki, neredeyse tamamına HIV bulaşmış. Sağlık Bakanlığı, AIDS’li sayısının 75 bin ve 2007’de bu hastalıktan ölenlerin 39 bin olduğunu bildiriyor. Nüfusu 1.3 milyar olan Çin genelinde, HIV sıklığı şimdilik binde birden az. Birleşmiş Milletler’e göre, 2010 yılında HIV taşıyanların sayısı, 10 milyonu bulacak. Kaygı veren bir başka gerçek daha var. Çin’deki her 100 kişiden sadece biri Sincan’da yaşadığı halde, HIV’le enfekte olan her 10 kişiden biri Doğu Türkistan’da bulunmaktadır.

Tibet ve Güney Moğolistan gibi asimilasyon politikalarına maruz kalan Doğu Türkistan’da en önemli sığınak alanı dindir. Aidiyet hissedilen en önemli din ise atalardan hatıra kalan İslam’dır. Ama Doğu Türkistanlıların modern çağın dayatmalarını cevaplayacak bir İslam algıları henüz oluşmamıştır. Ya gelenekçive dar bir ibadî anlayışları var (kadimler) ya da sınırlı da olsa Kaide veya Rabıta tipi yeni selefi değerlere muhatap oluyorlar. Çin’de de aynı Türkiye gibi, devlet kontrolünde heyetler halinde hacca izin verilmektedir. Ama genç Müslümanlara hac için izin verilmemektedir. Bu farıza için 6 bin euro hükümete ödemek gerekmektedir ki bu ücret Çin şartlarında oldukça yüksektir. Selahaddin Eş Çakırgil, Beytullah önünde tanıştığı ve bu ibadet için büyük heyecan yaşayan Doğu Türkistan hac kafilesinin hocasının/da mollasının baskıdan kaynaklanan eğitimsizlik yüzünden Fatiha Suresi’ni okumakta bile zorlandığına şahit olduğunu aktarmaktadır. Doğu Türkistan’da, Türkiye’de 15 yaşından önce Kur’an kursuna gitme yasağı gibi, 18 yaşından küçüklerin herhangi bir kurumda dini eğitim alması yasaktır. Camiler sıkı takip altındadır ve camilere kimlerin girebileceği kapılarına asılmaktadır ki çocuklara, memurlara, kadınlara giriş yasağı yürürlüktedir. İslam’a ilgi boyutu Türkiye’deki tek parti rejimi yıllarındaki gibi kontrol ve takip altında tutulmaktadır.

Çin’in en büyük nükleer merkezi Doğu Türkis-tan’daki Taklamakan Çölü’ndedir. Hükümet bölgede 1964’ten beri 11’i yeraltında 46 nükleer deneme yapmıştır. Bu denemeler sonucunda bölgede en az 190 bin kişi kanser ve lösemi nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Bu denemeler neticesinde radyasyondan etkilenen insan sayısı Çinliler dâhil 1.4 milyondur. Çin’in en son nükleer üç denemesi, Çernobil nükleer reaktöründen 4 bin kat fazla radyoaktif madde üretmiştir.

Çin yeni ulus kültürünü her ulus devlet gibi üst kimlik olarak dayatmaktadır. Ayrıca kapitalizm yolunda geç kalmışlık telaşı içinde arayı kapatabilmek için adeta vahşi kapitalizmin şartlarını toplumuna yeniden yaşatmaktadır. Kapitalist patronların ürettiği sarı sendikacılık gibi Çin de milli asabiyetleri kullanarak sistem işleyişindeki inisiyatifini baskı, sömürü, asimilasyon ve gerektiğinde de katliamlarla sürdürmektedir. Urumçi’de patlak veren 5 Temmuz protestoları da böyle bir arka plana dayanmaktadır. İçinde İslami kimlik sahibi insanları da yaralayan Doğu Türkistan’daki zulmü İstanbul’da gündemleştirip kınamak için 6 Temmuz günü Beyoğlu’nda bir basın açıklaması ve yürüyüş yapıldı. Başta İHH, Mazlumder, Özgür-Der, AKV, TGTV, Hukukçular Derneği, Kudüs-Der gibi birçok kuruluş ve Doğu Türkistan dernek temsilcileri ve Sincan göçmeni Uygur ve Kazak Türklerinin katıldığı eylemde söylem ve slogan tutarlılığı oluşturulamadı. Hele bazı Doğu Türkistanlı gençlerin attığı ve tekbirlerle kesilmeye çalışan “Türküz, Türkçüyüz, Atatürkçüyüz!” sloganı, Çin zulmüne gösterilen tepkinin yabancı kimliklerle nasıl manipüle edilme eğiliminde olduğunu gösteren ilginç bir örnekti. Müslümanların 10 Temmuz günü Fatih Camii’nde Doğu Türkistan’daki zulümle ilgili yaptıkları eylemde de söylem ve kimlik saptırma girişimleri temayüz edebildi.

Doğu Türkistanlıların Kısa Tarihçesi

Dokuz Oğuz boyu ile dokuz Turanî uruğ/soyun oluşturduğu bir boyun ittifakından oluşan Uygurlar 7. yy’da Köktürk Devleti’ne bağlı olarak yaşıyorlardı. Ebu Müslim Horasani’nin denetimindeki Müslüman ordu 751’de Talas Meydan Muharebesi’nde Çinlileri yenip Orta Asya’dan uzaklaştırınca buralardaki geniş tarım havzası Uygurların denetimine geçti. Uygurlar yerleşik hayata alışırken, diğer Turanî kabileler de bu bölgede bozkır kültürünü yaşatıyorlardı. Köktürklerden sonra bu bölgede kurulan Kara Hakan (Karahanlılar) Devleti hanlarından Saltuk Buğra (940-955) kendine Kaşgar’ı başkent yaptıktan sonra Abbasi Halifesi ile anlaşarak Müslümanlığı seçti. VI. yy’daki Bizans kaynaklarında Orta Asya’ya “Turkhia” adı veriliyordu. Ziya Gökalp’e göre de bütün Türkçe konuşan boylara da Turan deniliyordu. Bu ifade daha sonra Tûrlar’a veTürkler’e dönüştü.

Doğu Turkhia bölgesinin Müslümanlaşma süreci 10. yy’da başladı. Kaşgarlı Mahmud’un 1074’te Türkçe yazdığı Divan-ı Lugati’t Türk, Türk kavminin gücü ile Müslümanlığın buluşturulmasına ait eklektik bir din anlayışını ifade ediyordu. Kavmiyetçiliği İslam’la bezeyen bu lügat ansiklopedisinde kavmiyetçilik ümmetçiliğin üstüne çıkmaktaydı: “Türkler Tanrı tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler, Tanrı tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile olan kavimler bile aziz oldu. Böyle kavimler Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler himayelerine aldıkları kavimleri, kötülerin şerrinden korudular… Cihan hâkimi olan Türklere herkes muhtaçtır; onlara derdini dinletmek ve bu suretle her türlü arzuya nail olabilmek için de Türkçe öğrenmek lazımdır.”

10 ve 11. yüzyıllarda Orta Asya’daki Turanî ve diğer muhatap kavimlere İslamî bütünlüğü yaşayarak öğretecek sosyal bir hareket ve model de kalmamıştı. Bu bölgedeki insanlar parça doğrularla İslam’ı seçtiler ve bildikleri kadarıyla amel ettiler. Zaten 840’taki Kırgız İstilası’ndan kaçan birçok Uygur, Çin’deki yakın ticaret merkezlerine göç etmişti. 940’ta Kuzey Çin Kıtanlı Hanedanı’nın, ardından da 1028’de Tangutların hâkimiyeti altına giren bölgede Cengiz Han Moğolları 1218’de Kaşgar’da kurtarıcı olarak karşılandı. İslamiyet’e karşı Kara Hıtayların baskısından Moğollarla kurtulan Kaşgar ve bölge halkı 15. yüzyıla kadar Moğol Çağataylar hâkimiyetinde kaldı. Bölgede Çin’deki Yuan Hanedanı ve diğer Moğol Hanlıkları hak iddia edince Çağatay Hanlığı parçalandı.

Moğolcanın Oylat lehçesini konuşan Cungarlar 17. yy’da bölgede Himalayalar’dan Sibirya’ya kadar uzanan bir imparatorluk kurdular. Çin’dekiQing Hanedanı 18. yy’ın ortalarında bölgenin hâkimiyetini Cungarlar’ın elinden aldı. Bölgede kendisine bağlı küçük hanlıklar oluşturmak istedi ama bu bölgede çıkan isyanlar üzerine burada tek elden bir askeri yönetim kurdu. 19. yy’da Rus Çarlığı Çin’in kuzey bölgelerine baskısını artırdı. Bu dönemde Çinli Müslümanların (Huiler) ve Uygurların başlattıkları geniş çaplı isyanlarla bölgede Çin egemenliği zayıflatıldı. Bu tarihlerde bölgeye Doğu Türkistan denilmeye başlandı. Batı Türkistan denilen ve Rus hâkimiyetinde olan bölge ise Mâverâunnehir, Harezm ve Horasan’ı ifade ediyordu.

1864-69 yılları arasında Hokand Hanlığı’nı sona erdirenYakup Bey, Doğu Türkistan’daki yerel beylikleri ortadan kaldırıp Kaşgar’ı başkent ilan etti ve Kaşgariye Devleti’ni kurdu.

Yakup Bey, Çin saldırısına karşı Rusya ve Hindistan’ın hâkimi Britanya ile dostane ilişkiler oluşturdu. İngilizlerin de teşvikiyle 1870’te halife unvanlı Osmanlı Sultanı Abdülaziz’e bir heyet göndererek halifeliğe tabi olduğunu bildirdi. Sultan Abdülaziz de halife olarak Yakup Bey’e “Emiru’l Müslimin” unvanını verdi. Bundan sonra Yakup Bey camilerde halife Abdülaziz adına hutbe okutmuş ve onun adına para bastırmıştı. Osmanlı sultanı İngilizlerin hâkimiyetindeki Bombay üzerinden Doğu Türkistan’a muvazzaf ve emekli subaylar, 2 bin piyade tüfeği, cephane ve 6 sahra topu göndermişti. İngilizlerin yardıma aracı olmasındaki maksat, bölgeyi Rusya ve Çin arasında bir tampon bölge olarak görmesiydi.

Osmanlıların Doğu Türkistan’a ilgisi 1780’li yıllarda da vardı. Zira bölgeye İran’dan giden Şii tarikat şeyhlerine karşılık Sünni tarikat şeyhleri gönderilmiş, Şii-Sünni tekkeler arasında rekabet yaşanmıştı. Lakin Yakup Bey’in 1877’de ölmesi üzerine Çin’deki Mançu Hanedanı bölgeyi kontrol altına aldı ve 1884’te bölgenin adı “Yeni Topraklar” anlamına gelen ŞinÇiyang/Sincan olarak değiştirildi. Bu tarihten itibaren Türkistan ve Türk kelimesi ile bu kelimelerle dergi gazete çıkarılması, İslam ülkelerinden kitap getirilmesi yasaklandı. Daha sonradan da kuzeyden gelen göçebelerle (Türkler), bölgede yaşayan Çin halkının karışıp kaynaşması sonucu bugünkü Sinkiang halkının meydana geldiği tezi işlendi. Ama Osmanlıların son dönemindeki İttihad Terakki iktidarı, Turan ülküsü içinde gönderdiği muallimlerle 1914 yılında Kaşgar’da Türk modernleşmesine hizmet edecek bir okul açtırdı. Daha önce de eğitim için bazı Uygurlar İstanbul’a getirilmişti.

1912’de Çin’de hanedanlıklar dönemine Sun Yat Sen liderliğindeki ulusal devrimle son verildi. Cumhuriyet döneminde Uygurların bağımsızlık talepleri artınca bölgeye Han kökenli Çinliler göç ettirilip, bölge yönetimi onların eline verildi. Bölgede Çin baskısına ve asimilasyon politikalarına karşı Uygurların tepkisi kimlik mücadelesini yükseltti. Rus ve Osmanlı Müslümanları arasında baş gösteren Türkçü akım Doğu Türkistan’da “Cedidçiler” (Yenilikçiler) adıyla seküler milliyetçi bir akım başlattı. Hotan Emiri’nin başını çektiği “Kadimler”(Eskiler) ise İslami kimliği ön plana çıkartıyordu. Kimliksel öncelikleri farklı bu iki kesim de Çin’in asimilasyon politikasına karşı olduğu için tepkilerinde paralelleşiyorlardı. Cumhuriyet rejiminin vergileri artırması ve Han Çinlilerini Doğu Türkistan’a yerleştirmeyi sistematik hale getirmesi üzerine protesto tipi ayaklanmalar arttı. Ancak Çin yönetimi bu ayaklanmaları Müslüman Çinliler olanHuilerle irtibatlı yöneticiler ile bastırmaya kalkınca, Kadimciler zor duruma düştü ve Uygurlar üzerinde Cedidçilerin etnik vurguları inisiyatif kazandı.

Mart 1933’te M. Emin Buğra ve iki kardeşi Tarım Havzası’nda Hotan Emirliği’nin özerkliğini ilan ettilerse de bu teşebbüs Rusların da yardımıyla sona erdirildi. Peşinden Cedidçiler bağımsızlık, milliyetçilik ve reformculuk idealleriyle 12 Kasım 1933’te Şarki Türkistan Türk İslam Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Bu devlete Uyguristan Cumhuriyeti de deniliyordu. Yeni devletin başbakanı Sabit Damolla, SSCB, İran, Türkiye ve Britanya’nın sömürgesi Hindistan’a destek ve yardım için elçiler gönderdi. Yeni devletin bayrağı Türkiye bayrağı ile aynıydı; ancak zemin rengi kırmızı yerine gök mavisiydi. Türkiye’ye gönderilen heyet“Atatürk”ten yeterli ilgi görmedi. Zira bu tarihlerde Mustafa Kemal, bozkurt efsanelerine ve “sarı ırk”a dayanan Turanî Türkçülüğü terk etmişti. Türklerin 7 bin yıldan bu yana brakisefal (yassı kafalı) “beyaz ırk”tan gelen Sümerlere, Hititlere dayanan Avrupalı bir topluluk olduğunu ispatla meşguldü. Yeni Doğu Türkistan devletinin İslam adıyla irtibatlandırılmasını da Cedidçilerin Kadimcilerin desteğini kazanma hesabı çerçevesinde değerlendirebiliriz. Bu hesap, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Türkçü kadronun Meclis’i hatim ve dualarla açtırması gibi bir politikayı hatırlatıyor. Ancak Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin ömrü bir yılı bile doldurmadan, SSCB’nin desteklediği bölgedeki Çin valisi tarafından tasfiye edildi. Devletin ömrü kısaydı; ama Uygur milliyetçiliğini güçlendirmişti. Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin kabul edilmiş milli marşı da bu konuda kanaat vericidir. İşte marşın son bölümü:

“Yurdum, kanla temizledim seni,

Artık kirletmeyiz, Türk’tür adımız.

Atilla, Cengiz, Timur dünyayı titretmişti,

Kan verip şan alan biz onların ahfadıyız.

Can verdik, aktı kanımız, aldık düşmandan intikam,

Yaşasın, hiç sönmesin parlasın istikbalimiz.”

Uygur muhalefet liderlerinden İsa Yusuf Alptekin, milliyetçi Çin hükümetine ümit bağlamıştı. Tıp tahsilini İstanbul’da gören Mesut Sabri, bağımsızlık için ABD’nin yardımına güveniyordu. M. Emin Buğra ekibi ise Japonya’ya bel bağlamışlardı. Bölgede artan Çin zulmüne karşı çıkan direnişçiler SSCB’nin de yardımıyla Gulca’yı ele geçirdiler ve İli Kazak Özerk Bölgesi’nde 12 Kasım 1944’de Şarki Türkistan Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. SSCB, Mançurya’da bazı ayrıcalıklar karşısında Doğu Türkistan üzerinden vesayetini çekti ve 1945’ten sonra bölge, yerel Uygur yöneticilerle birlikte Çin devleti tarafından ortaklaşa yönetildi.

Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava

Çin Cumhuriyeti, 1947’de Sincan/Doğu Türkistan Özerk Bölgesi’ne Genel Vali olarakMesut Sabri’yi, Genel Sekreter olarak İsa Yusuf Alptekin’i ve Maliye Bakanı olarak Canım Han Hacı’yı atamıştı. Ama sürekli yerel yönetim ile merkezi hükümet arasında çekişmeler yaşandı. Ancak 1 Ekim 1949’da Mao Zedungliderliğindeki komünistler Çin’i ele geçirdiler ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Stalin yönetimindeki SSCB’nin de destek vermesiyle komünist yönetim Doğu Türkistan’ın özerk yönetimine son verdi. Ancak Uygurlara 1 Ekim 1955’te otonomi hakkı verildi; ama 1951-1981 yılları arasında birçok isyan girişimi engellenemedi. 1956 yılına kadar baskın olarak İslam karşıtı bir politika izlenmedi. Ama “Sıçrayış” adı verilen yeni sosyo-ekonomik proje Çin’i tarım toplumundan endüstrileşmiş bir topluma dönüştürme iddiasındaydı. İslami aidiyetlere de büyük zarar veren bu modernleşme politikası büyük yoksulluklar üretti ve kitlesel ölümler gerçekleşti. Çin’de açlıktan ve sıhhi bakımsızlıktan kaynaklanan bu tarz ölümler, II. Dünya Savaşı’nda Japonya işgali sırasında da yaşandı. Doğu Türkistan bu baskı politikalarından bütün Çin ile birlikte büyük zarar gördü. Sadece 1959’da kıtlık yüzünden 500 bin Uygur, SSCB’ye sığındı. Mao’nun ölümünden sonra baskı ve yasaklar kısmen hafiflese de 11 Eylül 2001İkiz Kuleler saldırısından sonra Çin yönetimi Doğu Türkistan’daki tüm İslami çaba ve ilgileri el-Kaide ile irtibatlandırdı ve terörizmle suçladı.

Şu anda tahmini bilgilere göre Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaşayan insanların %75’i veya 80’i ateist bir felsefeye sahiptir. Sosyalist sistemin iflasıyla komünistlerin değer bunalımı şiddetlenmiş ve alışkanlıkları antiemperyalizmle yoğrulmuş milliyetçi duygu ve hareketler ortaya çıkmıştır. 19. yy’dan beri kapitalist Batı’nın kıskacında bulunan Çin, içine kapanan bir hazırlık çabası içinde hep bir rövanş duygusu taşımıştır. Ve 1949’dan itibaren yükselen Çin ideolojik ve ekonomik yayılmacılığı Çinlilik kimliğini etnik yapıya dayandırmaktan ziyade Çin kültürünün değerleri olarak tanımlamıştır. Akif Emre, içe kapanıklığın Çin kimliğini şekillendirdiğini ve kendini üstün görme refleksine kaptırdığını belirtiyor. Üretilmiş seküler Çin kültür değerleri üzerine bina edilen bu ulus kimlik, asimile edemediği iç unsurlarına da düşmanca yaklaşmaktadır.

Çin Müslümanları İçin Nasıl Bir Çözüm?

Urumçi olaylarına İslam coğrafyasındaki en belirgin tepki Türkiye’den geldi. Gerek Başbakan’ın ve Hükümet’in, gerek İKÖ Genel Sekreteri ve Diyanet İşleri Başkanı’nın demeçleri Çin’i doğrudan kınamaya ve suçlamaya dönüktü. ABD’ye yakın Doğu Türkistanlı temsilciler yazı ve demeçlerinde Tayyip Erdoğan’ın“soykırım” sözünün “one munite”lü çıkışından çok daha önemli olduğunu vurguladılar. Türkiye’de 15-20 bin arası Kazak ve Uygur Doğu Türkistan göçmeni bulunuyor. Başbakan’ın bu ifadesinde çözüm yollarını gözetmeyen tepkisel bir duygusallıktan da; Ermenistan ile ilişkileri istismar eden muhalefete tekrar bir açık ve eleştiri fırsatı vermeme aceleciliğinden de kaynaklanabilir. Ayrıca böyle bir çıkış, Çin’i rakip olarak gören ve yıpratmaya çalışan ABD açısından sevinç ve takdirle karşılanacak bir durumdur. Çünkü ABD Çin’in imajını zedeleyecek ve tekerine çomak sokacak -insan hakları açısından olsun, Türkçülük veya İslamcılık açısından olsun- her türlü tepkiyi kâr sayacak ve kullanmaya çalışacak bir pragmatizm içindedir. Örneğin “Sürgündeki Doğu Türkistan Devleti” sözcüsüİsmail Cengiz, Doğu Türkistan Göçmenler Derneği sitesine verdiği demeçte ABD’nin maddi ve manevi desteğinden memnun olduklarını belirtmektedir. Kendisine Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Rabia Kadir hakkında sorulan soruyu şu şekilde cevaplandırmaktadır:

“Rabiya Kadir’in Amerika’da bulunması, ABD Kongre üyeleri ile yakın ilişkide olması, onun ABD Ajanı olmasını gerektirmiyor. Rabiya Hanım, bir dava adamıdır. Mazlum ve mağdur Doğu Türkistan halkının dert ve davasını dile getirmek için çırpınmaktadır. Her kapıyı çalarak dertlerimize derman aramaktadır. Dolayısıyla yalnız CIA değil, gerekirse diğer istihbarat örgütleriyle de temas kuracaktır. Bizim dosta, desteğe ihtiyacımız vardır. Rabiya Hanım, Amerika’dan para desteği aldığını zaten kendisi de inkar etmemektedir. Bizim maddi ve manevi her türlü desteğe kapımız açıktır.”

Cengiz’e göre turuncu devrim düşleyen Sorosçuluk kötüdür; ama kendilerinin ABD tarafından himaye edilmeleri ve parasal destek almaları yanlış değildir. 2004 yılında kurulan Sürgündeki Doğu Türkistan Devleti’nin milli marşı da şu kıta ile başlamaktadır:

“Tarihten önce biz vardık, tarihten sonra da biz varız…

Kalbimizde vicdan, bu bizim imanımız

Türk’üz, ana yurdumuza göğsümüz tunç siper

Kesilse baş, dönmez Türk erleri!…”

İslam dünyasında Urumçi’de yaşanan olaylara ilgisizliğin birinci nedeni bilgisizliktir. Müslümanlar için bu hal dağılmış ümmet yapısının yetimliği ve sahipsizliğinden kaynaklanmaktadır. İkincisi bilgi kirliliği ile hata yapmama kaygısı öne çıkmaktadır. Doğu Türkistan’da Çin’in asimilasyon politikalarına etnik temelde karşı çıkılmaktadır; ama kapitalistleşme sürecinin asimilasyonuna ve getirdiği fıtri çözülmeye karşı çifte standarttan uzak, belirgin bir tepki görülmemektedir. Türkçüler İslam dünyasının dikkatini çekebilmek için Çin Müslümanlarını yok sayarak Doğu Türkistanlı Müslümanların acılarıyla ilgili konularını öne sürmektedirler; Türkçe konuşan Müslümanlar ise kendilerine özgürlük alanını Doğu Türkistan milliyetçiliği ile uzlaşarak sağlayabileceklerini vehmetmektedirler.

Özellikle milliyetçi ve komünist Çin yönetimlerinden Batı Türkistan’a (1991’den sonra uluslararası sistemde artık adı geçmiyor), Hindistan, Pakistan, Suudi Arabistan, Türkiye, Kuzey Amerika, Avustralya ve Avrupa’ya sığınan 4-5 milyon Uygur ve Kazak, uzun yıllar sığındıkları devletler tarafından ilgi görmediler. Ancak Suudi Arabistan’da istihdam edilen Uygur ve Kazak göçmenler, hac dolayısıyla Çin’den Mekke ve Medine’ye gelen hacılarla irtibat kurarak bir tebliğ ve iletişim içinde olmaya çalıştılar. Ama dağınık bu göçmen sığınmacı unsurlar, son 10-15 yıl içinde en fazla CIA etkinliklerinin ilgi sahasına girmektedir.

Başta Çin’e komşu ülkeler ve İKÖ üyeleri Çin ile girdikleri ekonomik ilişkiler dolayısıyla gündeme gelen gelişmelere reel politik bir gözlükle yaklaşmaktadırlar. Çin mallarına ambargo söylemi gündeme getirilmiştir. Bu söyleme Sanayi BakanıNihat Ergün de imada bulunmuştur; ama bu imanın önemsenmesi imkanlı görünmemektedir. Çin ile Arap ülkeleri arasındaki ticaret hacmi 133 milyardır ve bu oran her sene %40 artış göstermektedir.

Bu reel politikçi ilkesizlik İran’da da tartışmalara neden olmuştur. Urumçi olayları karşısında İran İslam Cumhuriyeti’nin ve Ahmedinejad hükümetinin sessiz kalması ilk olarak 11 Temmuz tarihli Cumhurî-i İslamî gazetesinde dile getirilmiş ve anayasal yükümlülükler hatırlatılmıştır. İİC Anayasası’nda (Kaanûn-i Esasî) 152. maddesinde “kavim ve mezheplere bakılmaksızın, bütün Müslümanların hukukunu savunmak” ve 154. maddesinde de “mustez’afların müstekbirler karşısındaki mücadelelerinin himaye edilmesi” ile hükümler bulunmaktadır. Aynı gazete 16 Temmuz günü “bu hadiselerin Çin’i güç duruma düşürmek için Birleşik Amerika tarafından tahrik ve tertip edildiğini” savunanları anayasal ilkeler çerçevesinde eleştirmeyi sürdürdü. Ve 17 Temmuz günü Tahran Cuma namazında Rafsancani hutbe okurken Çin’in Urumçi’de işlediği cinayetleri şiddetle suçladı. Namaza katılanlar Çin ve Rusya aleyhinde sloganlar atarken, Çin’i kızdırmamak için sessiz kalmakla suçlanan Ahmedinejad’ın taraftarlığı ile nitelenen bir kısım katılımcı ise Amerika aleyhinde sloganlarla dikkat çekti.Pakistan ise kendisine iltica eden Uygur ve Kazaklar üzerinden pazarlık ederek Doğu Türkistan meselesini koz olarak kullanıp Çin’den yararlanmaktadır.

“Sürgündeki Doğu Türkistan Hükümeti” de diğer birçok Doğu Türkistan derneği de, “bağımsızlık”tan bahsetmekte ve İslam dünyasında da sanki Doğu Türkistan Müslümanlarının böyle bir somut hedefi olduğu izlenimini uyandırmaktadırlar. Oysa adında İslam olan 1933’teki ilk Doğu Türkistan devleti de 1944’te kurulan ikincisi de SSCB vesayeti altında Türkçü kadrolar eliyle kurulmuştur. Müslümanların ilgisini Türklük olgusuna çekebilmek için İslam bir araç olarak kullanılmak istenmiştir. Bu hal, komünizmi Türklük ve ezilmişlik formu altında yaymak isteyen I. Doğu Konferansı’nın Müslümanlardan da yararlanabilmek için Enver Paşa’ya Yeşil Ordu kurdurtması gibi bir olaydır.

ABD ve Avrupa emperyalizmi ekonomik pazarda rakip gördüğü Çin’in imaj kaybı için Çin’deki her türlü ayaklanmayı, tedhişi ve ayrımcı düşünceleri desteklemektedir. Bu arada Kaide, Kuzey Afrika’da yatırım yapan Çin’in işletmelerini ve vatandaşlarını hedef alacağını açıklamıştır. CIA’da Usame Bin Ladin masasını kuran M. Scheuer’in ise Çin’in yükselişinin durdurulması için “Tek şansımız ülke içinde büyük bir saldırının gerçekleşmesidir.” ifadesi basına yansımıştır.

Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde kendi üzerlerinde emperyal hesaplar yapıldığına dikkat çeken İbrahim Karagül ise Müslümanların haklı davalarına odaklanırken, ötesini göremeyip emperyal projelere sığınabilmekte olduklarına işaret ediyor. Yani İslam dünyasında ya hamaset ve romantik ya da reel politik temelli yaklaşımlar dışında ger­çekliğimizle uyumlu Çin Müslümanlarının esenliği açısından tutarlı stratejiler üzerinde durulmuyor. Bu açıdan büyük kuşatmalar altında olan Müslümanlar için, Lübnan Hizbullahı’nın Lübnan’ı ele geçirmek ve bir devlete ulaşmak hedefinden farklı olarak Lübnan’ı ve bölgeyi etkileyen sosyal bir yapı ve canlılık oluşturmasındaki siyaset ‘sünnetullah’a uygun daha İslami bir tutum olarak belirmektedir.

Doğu Türkistan dernekleri Doğu Türkistan meselesinin çözümünde, “modern ve İslam’a saygılı” ve aynı zamanda “Batı dünyası ile en iyi entegre olmuş” bir ülke olarak Türkiye’den yararlanmak istemektedirler. ABD’nin isteği de bu doğrultudadır. Türkiye’yi bilemeyiz ama Müslümanlar hiçbir gücün Truva atı olmamalıdırlar. Müslümanlar kendi niteliksel ve maddi güçleri oranında yaşam ve mücadele safhalarını belirlemeli, cihad anlayışının bir maceracılık olmadığı gerçeğini Rasulullah (s)’ın Mekke’deki, ashabın Habeşistan’daki sünnetinden öğrenmelidirler.

Uygur ve Doğu Türkistan Müslümanları Çin’de yaşamaktadırlar ve özellikle diğer Çinli Müslümanlar ile komünizmden liberal kapitalizme geçen totaliter rejimin baskı ve sorunlarını birlikte yaşamaktadırlar. Müslümanlar, birbirlerine soy bağıile değil, iman bağı ile yakın olma mükellefiyetlerini öncelemelidirler. Ayrıca İslami ve fıtri hakları yok sayan uygulamalara karşı, Çin yönetiminin iğvalarına kapılmadan dayanışma içinde birlikte tavır geliştirme yollarına yönelmelidirler.

Çin dışındaki Müslümanlara düşen ise gerek Doğu Türkistan’da gerek Çin Müslümanlarıyla ilgili her türlü hak ihlallerini ve tepkilerimizi Çin yönetimi ile diplomatik ve ekonomik ilişkiler içindeki İKÖ üyesi ülkelerin ve insan hakları kuruluşlarının gündemine sokabilmektir. Bu konuda İKÖ ülkelerinin de insan hakları kuruluşlarının da Çin’den isteyecekleri inanç ve kimlik özgürlüğü ile ilgili talepler tutarlı ve gerçekçi hale getirilmeli ve bu konuda Çin üzerinde sürekli bir talep oluşturulmalıdır.

Çin halkına karşı bağımsız Müslümanların emperyal emeller taşımadıkları, emperyalizmin işbirlikçisi olmadıkları ve olamayacakları gösterilmelidir. Bu konuda en imkânlı statü Ahmedinejad Yönetimi’dir. Erdoğan Hükümeti de en azından Gazze’ye destek konusunda sergilediği kıvrak sorumluluğu Doğu Türkistan meselesinde de göstermeye davet edilmelidir. İKÖ üyesi ülkeler, ABD stratejisiyle paralelleşen stratejiler konusunda uyarılmalıdır.

Çin Müslümanlarının hakları ve Doğu Türkistan’da yaşanan fıtri ve dini kimlik konularında ilgi ve duyarlılığımızı diri tutmalıyız. Ama önce kendimize ve öteki kardeşlerimize yeterli olabilmemiz için kendi yaşadığımız ülke üzerinde de haktan ve adaletten yana ağırlığımızı ve sosyal şahitliğimizi güçlendirmeliyiz.

Küresel kapitalizmin, yine kapitalist yolda büyümekte olan Çin ve daha sonra daHindistan’ı dengelemek için, Müslümanların hak ve özgürlük davası üzerinden oyun oynamasına izin vermemeliyiz. Tabii ki her türlü zulme karşı tavır almalı ve İslami aidiyetlerin yaşayabilmesi için çaba göstermeliyiz. Müslümanlar, ABD’nin düşmanlarına karşı kendilerini silah olarak kullanma hesaplarını okuyarak, basiretli davranmalı ve özgünlüklerini tanıklaştırmalıdır.

 

KAYNAKLAR

M. Çağatay Uluçay, İlk Müslüman Türk Devletleri, M.E.B. Devlet Kitapları, İstanbul 1977.

Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, M.E.B. Devlet Kitapları, Ankara 1969.

İsa Yusuf Alptekin, Doğu Türkistan, Otağ Yayınları, İstanbul 1974.

İ. Kafesoğlu, A. Deliorman, Tarih I, M.E.B. Devlet Kitapları, Ankara 1976.

Ahmet Kemal İlkul, Çin-Türkistan Hatıraları, Şanghay Hatıraları, Ötüken Yayınları, İstanbul 1997.

A. Ahat Andican, Cedidizm’den Bağımsızlığa Hariçte Türkistan Mücadelesi, Emre Yayınları, İstanbul 2003.

İklil Kurban, Şarki Türkistan Cumhuriyeti (1944-1949), TTK, Ankara 1992.

Murat Kayacan, “Zaptedilmiş Ülke SİNCAN”, Haksöz, Mayıs 2000.

Ayşe Hür, “Türkistan Ne Yana Düşer”, Taraf, 19 Temmuz 2009.

Fehmi Hüveydi, “Çin’de Eziyet Görenler ve Unutulmuşlar”, 20 Temmuz 2009, Timeturk.com.

Selahaddin Eş Çakırgil, “Urumçi’deki kanlı boğuşma ve, Dresden’deki korkunç cinayet..” 8 Temmuz 2009; “Din merkezli, (religio-politic) bir dünyada..” 12 Temmuz 2009; “Bu hamur, İran’da daha çook su götüreceğe benziyor!” 18 Temmuz 2009, Haksozhaber.com

Akif Emre, “Batının iğvası karşısında Çin”, Yeni Şafak, 16 Temmuz 2009.

İbrahim Karagül, “Çin’i İslam’la Durdurmak!”, Yeni Şafak, 15 Temmuz 2009.

Doğu Türkistan Raporu, Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneği, İstanbul 2009.

Hayati Bice, “Doğu Türkistan’da Demokratik Asimilasyon”, 27 Temmuz 2009, Gokbayrak.com

Kaynak :  http://www.haksozhaber.net/cin-kapitalizmi-ve-dogu-turkistan-sancisi-62625h.htm

Etiketler: » » » » » » » » » » »
Share
705 Kez Görüntülendi.