Son Dakika
Gülnihal Altın Öztürk (Yalova Üniversitesi U.arası İlişkiler Y.Lisans Öğrencisi)
G İ R İ Ş : Günümüzde Asya, Orta Doğu, Balkanlar gibi dünyanın birçok bölgesinde etnik, dini, ekonomik, politik v.b. çıkarlara dayalı çatışmalar yaşanmaktadır. Uluslararası boyuttaki bu çatışmalarda genellikle güç dengesi olmayıp, sonuç “kazanan ve kaybeden” taraflar olarak karşımıza çıkar. Çatışma bölgelerinde siviller en fazla zararı görür ve insan hakları ihlaline maruz kalırlar. Savaşı önleme, çatışmalara çözüm arama, suçluların cezalandırılması v.b. girişimler çeşitli örgütler, kurum ve kuruluşlar tarafından sürekli gündeme getirilmekte olup, bu girişimlerin başarı ve etkinliği üzerinde tartışmalar yapılmaktadır. Bu sebeple bir savaşın veya çatışmanın ardından yaraları sarmaya çalışmak yerine, bölgedeki sorunların temel sebeplerine inerek insan haklarına duyarlı kalıcı çözümler sunmak ve çatışmayı engellemek daha rasyonel ve insancıldır. Bu çalışmada uluslararası çatışma bölgelerinden birisi olan Doğu Türkistan ve bölgenin güncel sorunları bağlamında insan hakları ihlalleri incelenmektedir. Bu çalışma bölge hakkında yapılan çalışmalara katkı sağlamak amacıyla hazırlanmıştır.
Medeniyetler,Değerler ve Çatışmalar
İnsan dil, din, milliyet, ırk, cinsiyet, renk, makam vb. özelliklerinden bağımsız olarak, devredilemez ve vazgeçilemez.İnsan kişisel bir takım haklar ile dünyaya gelir. Bu hakların değerlendirmesinde coğrafi şartlar, siyasi tercihler, gelenekler, kültürler, yerler ve sınırlar önemini yitirir. Kişiyi merkez alan ve onun haklarını garanti eden insan hakları demokrasinin varlığını ve hukukun üstünlüğünü gerektirir. Tanımı ve sınırları konusunda her zaman tam bir anlaşmaya varılamasa da temel bazı varsayımlar üzerinde uzlaşılır. İnsan haklarının genellikle batı kökenli bir kavram olarak algılanması sebebiyle, bu kültürün dışında kalan ülkelerde yabancı bir kavram olarak görülebilir. Özellikle az gelişmiş ülkelerde insan hakları, bireylerin temel hakları arasında kabul edilmemekte ve yöneticiler tarafından önemsenmemektedir. Oysa insan hakları evrensel olup, dünyanın neresinde olursa olsun, toplumun ekonomik, sosyal, dini ve kültürel yapısına bakılmaksızın devletler tarafından kabul edilmesi ve temel ilkelerinin benimsenmesi gereken bir kavramdır. Dinamik bir kavram olan insan hakları, insanlığın sürekli ilerlemesi, toplumsal yapıların ve gereksinimlerin gelişmesi insan hakları taleplerinin çeşitlenmesi ve zenginleşmesini beraberinde getirir. Yaşama hakkı, ifade özgürlüğü, siyasi hayata katılma hakkı, kişisel dokunulmazlıklar ve işkence yasağı gibi temel hak ve özgürlükler her devlet tarafından uygulanması gereken evrensel insan haklarının bir bölümünü teşkil eder. Bugün özellikle gelişmiş ülkelerde insan hakları kavramı sürekli gündeme getirilir. Ancak yine gelişmiş ülkelerin altyapısında mevcut “sömürge anlayışı” incelendiğinde, ileri seviyedeki toplumlarda da insan haklarının gerçek manada değer görmediği anlaşılır. Özellikle sömüren ve sömürülen toplumlar arasındaki ilişkilere bakıldığında, adalet ve hukuk sisteminin işlevini yitirdiği ve en çok insan hakları ihlalinin sömürülen toplumlarda yaşandığı görülmektedir. Dünyada bir çok devlet ekonomik, siyasî ve dinî amaçlarla diğer bir devlet veya toplum üzerinde maddî, manevî bir kontrol kurmasi sayesinde zengindir. Dünyanın geri kalmış bölgelerinde yaşayan birçok millet ise hammadde ve insan kaynakları bakımından sömürüldüğü için fakirdir. ABD’li siyaset bilimci Samuel Phillips Huntington, 1993 yılında yayınlanan “Medeniyetler Çatışması” isimli makalesinde Avrupa sömürgeciliğini ele alarak “önümüzdeki yıllarda uluslararası ittifakların kurulmasında medeniyetlerin belirleyici olacağını ve olası çatışmaların farklı medeniyetler arasında gerçekleşeceğini” savunmuştur. Huntington bu çalışmasında dünyayı ‘batı tarafından yönetilenler’ ve ‘batıdan bağımsız olanlar’ şeklinde ikiye ayırarak, dünyanın Batı tarafından kolonileştirilmesinden bahseder.
Doğu Türkistan Küresel Düzeydeki Çatışma Bölgelerinin Başında Gelmektedir
Uluslararası çatışma bölgelerinden birisi olan Doğu Türkistan’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin yönetimi altında sosyal, ekonomik ve siyasi bakımdan çeşitli sömürülere ve etnik asimilasyona maruz kalmaktadır. Bölgede geçmişten günümüze kadar eğitim, sağlık, dini yaşam, ekonomik hayat, ifade özgürlüğü v.b. birçok konuda kısıtlamalar ve insan hakları ihlalleri yaşanmaktadır. Doğu Türkistan Ve Bölgedeki Güncel Sorunlar Doğu Türkistan Çin yönetimi altında resmi adı “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” (Xinjiang Uygur Otonom Rayoni) olarak 1 Ekim 1955’te kurulmuştur. Asya kıtasının merkezinde bulunan bölge, coğrafi konumu ile önemli bir merkez olup, yer altı ve yer üstü kaynakları bakımından zengindir. Ülkenin petrol, altın, uranyum, demir, krom, kurşun, manganez, volfram, kömür, molibden, çinko, berilyum, lityum, tantal, sezyum gibi zengin yer altı kaynakları vardır.2 Resmi makamlar tarafından ülkenin 920 yerinde yaklaşık 19 adet demir içermeyen altın gibi değerli maden bulunduğu açıklanmıĢtır Özellikle Cungarya Havzası’nın kuzeybatısındaki dağlarda zengin altın, demir, kömür, bakır ve petrol yatakları ile Altay bölgesinde zengin taş kömürü yatakları bulunmaktadır. Ayrıca bölgede zümrüt ve yakut gibi kıymetli taşlarda mevcuttur. Ülkede hayvancılık yaygın olup, geleneksel ekonomi hayvancılığa dayanır. Günümüzde bölgede büyük ve küçükbaş olmak üzere 60 milyon hayvan bulunmaktadır. Doğu Türkistan’daki koyun yetiştiriciliği Çin’de ilk sırada yer alır. Çok iyi yün veren saf kan koyunlarından elde edilen yün, Çin’deki yün üretiminin üçte birine eşittir. Bölgede 580 farklı vahşi hayvan türü ve 3.000’den fazla bitki türü vardır. 150.000 km2 ’lik tarım arazisine sahip olan Doğu Türkistan’da mısır, süpürge darısı, yulaf, arpa, pirinç, mısır, üzüm, kayısı, kavun, elma, armut, buğday, incir, kestane, ceviz ve nar gibi ürünler yetişmektedir. Yetiştirilen meyvelerin çeşit ve kalitesiyle ünlü olan Doğu Türkistan “meyve vatanı” olarak anılır. Kuru yemiş ihraç edilmektedir. Turfan şehrinde Çin-Japon ortaklığı ile kuru üzüm fabrikası açılmıştır. Ayrıca yüksek kalitede şarap da üretilmektedir. Bölgenin tüm yer altı ve yer üstü zenginliklerine ve insan gücüne sahip olmak isteyen Çin stratejik tercihlerini Doğu Türkistan’dan elde ettiği gelirlere dayandırır. Bölge kaynaklarına sonsuza dek hakim olmak isteyen Çin hükümeti, yıllardır bölge halkı üzerinde siyasi, ekonomik ve sosyal baskılar uygulamış, Uygurların dini ve kültürel kimliğini yok etmek için din ile savaş, demografik yapının değiştirilmesi, sosyal yapının bozulması v.b. çeşitli stratejiler belirlemiştir. İç sömürge tanımında belirtildiği gibi, Doğu Türkistan siyasi olarak Çin yönetimi altında olup, bölgenin yer altı ve yer üstü kaynakları yine Çin tarafından kontrol edilmektedir. Ekonomik eşitsizlik, demografik yapının bozulması, dini baskılar, nüfus ve doğum kontrolü, eğitim ve dil, sağlık, nükleer denemeler, basın yayın ve siyasal özgürlüklerin kısıtlanması, adalet sistemi, işkence, idam, v.b. konular bölgenin öncelikli problemleridir. Ayrıca asimilasyon stratejinin bir parçası olarak Çin Hükümeti, “Doğu Türkistan” coğrafi adını ve kimliğini de kabul etmemekte ve Doğu Türkistan adının radikal dini gruplardan oluşan ayrılıkçı azınlıklar tarafından sonradan uydurulduğunu, bölge halkının tarihi bir geçmişi olmadığını ve Doğu Türkistan’ın ezelden beri Çin toprağı olduğunu iddia etmektedir. İşte Çin ve Doğu Türkistan arasında yaşanan sorunların temel sebepleri Çin’in bu iddialarından kaynaklanır. Öncelikle cevap bulunması gereken soru Çin’in iddia ettiği gibi “Doğu Türkistan” tarihi veriler ışığında gerçekten Çin’in bir parçası mıdır?” Amerikalı Doğu Türkistan Uzmanı Owen Lattimore, Xinjang’ın manasını araştırmış ve bu yeni adın “yeni bölge veya yeni sömürge”(new territory) anlamına geldiğini belirtmiştir. Doğu Türkistan’a Çin tarafından verilen “yeni” adı kolonileştirilen ülke anlamına gelir. Bu durumda akla gelen soru şudur: eğer bu topraklar ezelden beri Çin’in bir parçası ise, 19.yüzyılın sonlarına doğru bölgeye neden Sincan “yeni bölge” adı verilmiştir? Doğu Türkistan o bölgede hep vardı fakat Sincan bölgeye sonradan takılan bir isimdir. Eğer bu ülke Çin’in bir parçası olmuş olsaydı 19.yüzyılın sonunda Sincan adını alması makul olmazdı. Ayrıca, 1940-1950’li yıllarda Doğu Türkistan’da ki Hanların (Çinlilerin ) nüfus oranına bakıldığında da “bölgenin ezelden beri Çin toprağı olmadığı” açıkça görülmektedir.1941 yılında Doğu Türkistan’da Uygurların nüfusu 2.984.000 iken, Çinlilerin nüfusu 187.000’dir.12 Avrupalı sömürgeciler de tarihte sömürge altına aldıkları topraklara “tarihi olmayan topluluklar, ilkel topluluklar ve tarih öncesi topluluklar” gibi isimler vererek, sömürge faaliyetlerini meşrulaştırmaya çalışmıştır. Çin’in Doğu Türkistan’a Sincan adını takması Avrupalıların sömürgelerine karşı uyguladığı yöntem ile benzerlik göstermektedir. Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü tarafından İstanbul’da 1997’de düzenlenen “20. Yüzyılda Uygurlar” konulu panelde, Hawai Üniversitesi’nden Prof. Dr. Dru C. Gladney “Doğu Türkistan’ın Çin’in iç sömürge bölgesine dönüşmüş olduğunu belirtmiştir. İç sömürge terimini ilk defa 1975 yılında ortaya atan Amerikalı sosyolog M. Hetcher’e göre iç sömürgecilik, merkezi yönetimin sınır bölgesini siyasi açıdan yönetmesi ve ekonomik açıdan da sömürmesidir. İç sömürgenin sömürgeden farkı; sömüren devletin hakimiyeti altında olması ve bölge halkının azınlık olarak kabul edilmesidir. İç sömürge bölgelerine sömüren merkezi hükümet tarafından yapılan ekonomiyi geliştirmeye yönelik faaliyetlerin amacı da merkezi bölgelere hammadde veya ihraç mallarını sağlamaktır.
Çin Doğu Türkistan’in Demografik Yapısını Uygurları Yok ederek Değiştirmek istiyor
Çin hükümeti Doğu Türkistan topraklarını Türklerden arındırmak ve buraları tamamen Çinlileştirmek amacıyla, Doğu Türkistan’ı imar ve kalkındırma iddiası ile bölgeye sürekli olarak Çinli göçü teşvik etmektedir. Devlet tarafından bölgeye yerleştirilen Çinli göçmenlere, yine devlet tarafından en iyi imkanlar sunulmuş, toprak ve tohum ücretsiz verilmiş ve vergiden muaf tutulmuşlardır. Uygurların elindeki meskenler ve verimli araziler zorla ellerinden alınarak, Çinli yerleşimcilere tahsis edilmekte, Uygurlar ise verimsiz topraklara veya ülke dışına sürülmektedir. Uygulanan bu göç politikası neticesinde, 1953 yılında Uygur topraklarında %9 olan Çinli nüfusu, bu yüzyılın başında %48’e yükselmiştir. Buna karşılık Uygurların oranı %90’dan %45’e gerileyerek azınlık durumuna düşürülmektedir. Öte yandan aile planlaması adı altında 1979 yılından bu yana doğum yasağı uygulanmaktadır. Bu yasağa göre, evlenme yaşı, çocuk sayısı ve çocuk yapma zamanlaması devlet tarafından kontrol edilir. Çin genelinde kadınların hamile kalması resmi izne tabidir. Doğu Türkistanlı ailelerin şehirlerde ilk çocukları özürlü değil ise bir, köylerde ise ikiden fazla çocuğa sahip olması yasaklanmış olup, bu yasağa uymayanlar çok ağır ekonomik ve idari cezalara çarptırılmaktadır. Üçüncü çocuk her şartta yasaklanmıştır. Çin devlet görevlileri zaman zaman köy ve kasabaları gezerek, kanunsuz çocuğu olan aileleri tespit etmekte ve çocukları vahşi şekilde katletmektedir. Tibet’te Qinghai eyaletinde 1989 yılı itibariyle 87000 kadın sterilize edilmiştir.16 12 Eylül 1992 tarihli Sinkiang Gazetesi’nin yayınına göre, 1991 yılında Hoten vilayetine bağlı Karakaş ilçesinde 18.700 müslüman kadın zorunlu olarak kürtaj edilmiş ve kısırlaştırılmıştır. Uluslar arası Af Örgütü’ne başvuran şahitlerin anlattıklarına göre; kota fazlası bebeğe hamile olan kadınlar hamileliklerinin son ayında dahi olsalar zorla evlerinden alınarak sözel karantina bölgelerinde tutulmakta, sağlıksız ve ilkel koşullarda kürtaj edilmektedir. Bu kürtajlar neticesinde çoğu zaman anne ve çocuk hayatlarını kaybetmektedir. Kota fazlası doğumlar gizli olarak gerçekleştirilse dahi, doğan bebek iğne ile hastanede öldürülmektedir. Birleşmiş Milletler Soykırım sözleşmesinin 2. Maddesinde belirli etnik gruba yönelik olarak uygulanan doğum kontrolünün soykırım olduğu ifade edilmiştir. Çin’de ve Doğu Türkistan’da doğum kontrol politikası sebebiyle bireylerin en temel insan hakları ihlal edilmektedir.
Çin Uygurlara Ekonomi’de Etnik Ayırımcılık Politikası Uyguluyor
Bölgedeki bir diğer problem ekonomik eşitsizliktir. Yeni açılan fabrikalarda ve tüm yatırım alanlarında çalışma hakkı öncelikli olarak Çinli göçmenlere tanınır. Devlet daireleri ve özel sektörde çalışan Çinli ve Uygur işçilerin maaşları arasında çok ciddi farklılıklar vardır. Bir Çinlinin yıllık geliri bir Uygurun yıllık gelirinden 3,6 kat daha fazladır. Özellikle ekonomik bakımdan bölgelerarası eşitsizlik giderek artmış ve Doğu Türkistan Çin’in kıyı bölgelerine oranla daha fakir kalmıştır. Oysa 1982 Çin Anayasası’nın 33. Maddesinde “tüm ÇHC vatandaĢlarının kanun önünde eşit” olduğu bildirilmektedir. Çin Hükümeti Doğu Türkistan’ın ekonomik bakımdan gelişmesi için bölgeye ciddi yatırımlar yapmakta, sanayi kuruluşları, fabrikalar ve çeşitli iş alanları kurmaktadır. Ancak açılan fabrika ve iş merkezlerinde Çinliler istihdam edilmektedir. Doğu Türkistan’da yapılan zirai üretimlerde çeşitli yollarla Çin’in diğer bölgelerine gönderilmektedir. Örneğin 1950-58 yılları arasında 1.759.000 koyun, 128.000 at, 6.405.000 adet koyun derisi, 2.600.000 takım deri elbise, 4.600.800 çift ayakkabı, 5.199 ton yün, 985 ton süt mamülü, 71.640 ton buğday, 22.424 ton fasulye, 345 ton kurutulmuş kavun ve 215 ton kuru üzüm Doğu Türkistan’da üretilip Çin’e gönderilmiştir. 1959 yılında 1.130.000 ton meyve ihraç edilmiş olup, bunun geliri de tamamen Çin’e gönderilmiştir.20 1990 yılında ise, üretilen pamuğun %70’i Şanghay, Şian ve Pekin’e taşınmıştır.
Doğu Türkistan’da İslamiyet Başta Bütün Dinler Baskı Altında ve Yasak
Bölgenin dini yapısı çok çeşitli olup, Ġslam, Lamaizm (Tibet Budizmi), Budizm, Taoizm, Şamanizm ve Hristiyanlık (Katolik, Doğu Ortadoks Klisesi) gibi farklı dinlere mensup insanlar bir arada yaşamaktadır. Bölgede hakim din islamiyet’tir. Çin Halk Cumhuriyeti Anayasası’nın 36.maddesinde “her Çin vatandaĢının din ve inanç özgürlüğüne sahip olduğu” kabul edilmiştir. Öte yandan 1 Ekim 1984 tarihinde yürürlüğe konulan Milli Sınırlara Sahip Özerk Bölgeler Yasası’nın 18. maddesinde de “milli otonom bölgelerin yönetim organlarının her milletten vatandaşın dini inanç ve özgürlüğünü” teminat altına aldığı belirtilmektedir.22 Tüm bu yasal düzenlemelere karşın, Çin hükümeti tarafından alınan diğer resmi kararlar ile din üzerindeki baskıcı uygulamalar devam etmektedir. Doğu Türkistan’da Çinli yetkililer dini, etnik grupların milli ve kültürel kimliklerini yansıtan bir unsur olarak görmekte ve devlet güvenliğini tehdit eden bir tehlike olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle etnik guruplar, milli, dini ve kültürel duygularını açıkça ifade etmek ve yaşamaktan mahrum edilmiştir. Çinli lider Mao Tse-tung devrinde (1949- 1976) “Kur’an öğretilerinden vazgeçin” sloganı ile islama karşı savaş açılmış ve din yasaklanmıştır. Mao’nun ölümünden sonra dini siyaset kısmen hafiflemiş olmasına rağmen, dini yaşam alanındaki baskı ve şiddet politikası “ayrılıkçılık propagandası yapanlara ve ayrılıkçılara karşı savaş” adı altında bugünde devam etmektedir. 31 Ocak 1994 tarihinde Çin Başbakanı Lee Peng tarafından imzalanan 144 sayılı karara göre; “yabancılara ibadethane, dini kurum ve kuruluş açma yetkisi verilemez. Buralar aracılığı ile dini faaliyetlere, kültürel merkezlere ve dini okullara müdahil olmaları engellenir. Yine yabancıların yerel din adamları ile görüşmelerine, onları tayin etmelerine veya faaliyetlerini yönlendirmelerine izin verilemez.”
Uygur Türkleri Eğitim Yolu İle Asimile Ediliyor
Bir milletin asimile edilmesinde en iyi aracın eğitim olduğunun farkında olan Çin hükümeti, asimilasyon politikasının bir bölümünü eğitim kanalıyla gerçekleştirmektedir. Bu kapsamda, Mançu-Qing Hanedanlığı döneminden günümüze kadar, Doğu Türkistanlı çocuklara Çince eğitim dayatılmaktadır. Örneğin Doğu Türkistan’ı ixgal eden General Zuo Zongtang Çinçe eğitim okulları açtırarak zengin ailelerin çocuklarının bu okullara gitmesini zorunlu kılmıştır. 1985 yılında Türkistan’ın başkenti Urumçi’de Çin’ce eğitim yapan 60’ın üzerinde okul varken, Uygurlar için yalnızca 4 okul bulunmaktaydı. Eğitim her bakımdan devlet kontrolü altında olup, hükümet tarafından belirlenen kişilere kontrollü olarak eğitim verilmektedir. Çin hükümeti “Uygur Türklerini cahil bırak ve yönet” siyaseti ile eğitim kalitesini yükseltmeye yönelik çalışmalar yapmamıştır. Uygur halkı Doğu Türkistan nüfusunun çoğunluğunu oluşturmasına rağmen, 1985 yılında ilkokul eğitimi alanların yalnızca %42’si Uygur kökenlidir. Her 100 Uygur’dan 16’sı ilkokul eğitimi dahi alamamaktadır. Doğu Türkistanlı gençler Çin Halk Cumhuriyeti’nin varlığına ve geleceğine tehlike oluĢturduğu gerekçesiyle yükseköğrenim hakkından mahrum bırakılmaktadır. Çinli öğrencilerin üniversiteye kabul edilme oranı %60, Müslüman öğrencilerin ise %40’tır. İlkokul kitaplarında bulunan haritalarda Doğu Türkistan Çin sınırları içinde gösterilerek, bu toprakların ezelden beri Çinlilere ait olduğu ezberletilmektedir. Okullarda Çin tarihi okutulmakta olup, Türk Tarihi, Doğu Türkistan Tarihi, Türk Devletleri ve ünlü Türk şahsiyetlerden bahsedilmesi yasaklanmıştır. Oysa ki Çin, Birleşmiş Milletler Örgütü’ne “azınlık okullarının kendi kendini idare hakkı elde etmesi ve azınlık dillerinin bir sistem dahilinde okutulması” ile ilgili bir takım düzenlemeler yapıldığını belirtmiştir. Ancak özellikle Doğu Türkistan’da eğitim alanındaki eksiklikler ve yaşanan hak ihlalleri göz önüne alındığında, bu konularda hiçbir iyileştirici düzenleme olmadığı görülmektedir. Çinliler ile Uygurların eğitim aldıkları okullar arasında eğitim kalitesinin ötesinde fiziksel şartlar bakımından da eşitsizlikler vardır. Çinlilerin okullarında teknolojik ekipmanlar ve eğitim materyalleri yeterli seviyede iken buna karşılık bazı Uygur okullarında öğrenciler çıplak zemin üzerinde eğitim görmektedir. (1.Bölümün sonu.Yazı devam edecek)
Etiketler: Çin » Din » Dünya » Ekonomi » etnik Çatışma » Genel » Görüş Yorum » Gündem » Makale Analiz » Röportajlar » SiyasetBENZER HABERLER