Son Dakika
Çin’in artan ekonomik ve askeri gücüne paralel olarak bu ülkenin küresel yönetişim anlamında da giderek daha aktif ve söz sahibi olduğu gözlemleniyor. Küresel ekonomiyle bütünleşme sürecinde Çin, kendi gelişimine odaklanmış, çok taraflı platformlar ve uluslararası işbirliğine yönelik kurumlardan uzak durmuştu.
Dr. Altay Atlı- Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in geçtiğimiz haftalarda İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu zirvesinde yaptığı konuşma uluslararası çevrelerde büyük ilgi topladı. Konuşmasında küreselleşmenin önemine vurgu yapan Xi, ülkesinin gerçekleştirmekte olduğu ekonomik kalkınmanın küresel ekonomide istikrarın ve büyümenin en temel itici güçlerinden birisi olduğunu belirtti; Çin’in kalkınmasını bir hızlı trene benzetti ve ekledi: “Diğer ülkelerin halklarına kollarımızı açıyoruz ve onların da bu trene binmelerini bekliyoruz.”
Xi’nin Davos gibi küresel ekonominin elitlerini, başlıca karar alıcılarını bir araya getiren bir platformda açılış konuşmasını yapması, burada küreselleşmenin nimetlerini anlatarak ülkesi Çin’i de yeni küresel düzeni şekillendiren başat aktörlerden birisi olarak konumlandırması, bir süredir devam etmekte olan bir tartışmaya yeni bir ivme kazandırdı: Çin, dünyanın yeni süper gücü mü?
2050’DE 61 TRİLYON DOLARA ULAŞACAK
Eldeki veriler aslında Çin’in farklı güç tanımlamaları üzerinden gelmiş olduğu noktayı net bir şekilde ortaya koyuyor. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) hesaplamalarına göre Çin, 2016 yılı itibariyle 11,4 trilyon dolarlık GSYİH büyüklüğü ile ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci ekonomisi konumunda. Aynı yıl Çin ekonomisi yüzde 6,7lik bir büyüme sergilerken, küresel krizin etkilerini yaşamaya devam eden ABD ekonomisi ancak yüzde 1,7, Euro bölgesi ile yüzde 1,6’lık büyüyebildi. Alım gücü paritesi kullanılarak yapılan hesaplamalarda ise Çin’in toplam ekonomik büyüklük anlamında ABD’yi halihazırda geçerek dünyada ilk sıraya yerleşmiş olduğunu gösteriyor. Batı’nın liberal piyasa ekonomileri ağır aksak ilerlerken, Çin ekonomisi son dönemlerde hız kesmesine rağmen güçlü büyüme sürecine devam ediyor. Danışmanlık firması PWC’nin hazırladığı uzun vadeli tahminleri içeren bir rapora göre Çin, 2050 yılına gelindiğinde yaklaşık 61 trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğüyle zirvede yer alacak, bu ülkeyi 42 trilyon dolarla Hindistan ve 41 trilyon dolarla ABD izleyecek. Bu tahminler de alım gücü paritesi üzerinden yapılan hesaplamaları temel alıyor; ancak şu da bir gerçek ki nasıl hesaplanırsa hesaplansın Çin küresel ekonominin en büyük güçlerinden birisi ve rakiplerinden daha hızlı büyümeye de devam ediyor.
ASKERİ KAPASİTESİNİ ARTIRIYOR
Ekonomik güç beraberinde askeri gücü ve küresel siyaset ile güvenlik denklemlerinde artan etkiyi getiriyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün verilerine göre Çin halen ABD’den sonra dünyada askeri harcamalara en büyük bütçeyi ayıran ikinci ülke konumunda. Resmi verilere göre Çin 2015 yılında savunma alanında 215 milyar dolarlık bir harcama yapmış olan Çin, asker sayısı olarak zaten dünyanın en büyüğü olan ordusunu teçhizat ve ekipman açısından da modernleştirmeye devam ediyor.
Çin hükümeti tarafından Mayıs 2015’te yayınlanan Ulusal Güvenlik Belgesi’nde askeri strateji açısından “yeni bir tarihi dönüm noktasından” bahsedilirken silahlı kuvvetlerin “ulusal güvenlik ortamındaki değişimlere uyum sağlayacak, Çin Komünist Partisi’nin oluşan yeni durum için güçlü bir ordu oluşturma amacına bağlı kalacak, yeni duruma karşı aktif savunma sağlamak için askeri stratejik prensipleri uygulayacak, ulusal savunma ve silahlı kuvvetlerin modernleşmesi sürecini hızlandıracak, Çin’in egemenlik, güvenlik ve kalkınma konularında çıkarlarını müdafaa edecek” bir yapıya kavuşturulacağı ifade edildi.
Çin bir yandan askeri kapasitesini artırırken, diğer yandan Asya Pasifik coğrafyasındaki bölgesel güvenlik konuları ve paylaşım mücadelelerinde de daha iddialı bir söylem geliştirerek bunu pratiğe döküyor. Örneğin Güney Çin Denizi’nin yaklaşık yüzde 90’lık bir kısmı üzerinde hak iddia eden Çin, bu sularda suni adalar inşa ediyor, bu adaların üzerinde askeri ve sivil amaçlı tesisler kuruyor. Buna karşılık bölgedeki diğer ülkeler ise derin bir ikilem içerisindeler. Çin’in artan askeri gücü ve bölgedeki ada ve tesis inşası ile askeri tatbikatlar gibi girişimleri bir tehdit olarak algılansa da, bu ülkeler ekonomik anlamda Çin’e bağımlı durumdalar. Dolayısıyla karşılıklı bir çatışma ortamındansa karşılıklı fayda prensibi üzerinden orta yolların bulunması ve bir şekilde uzlaşı sağlanması bu ülkeler için öncelik taşıyor.
Çin’in artan ekonomik ve askeri gücüne paralel olarak bu ülkenin küresel yönetişim anlamında da giderek daha aktif ve söz sahibi olduğu gözlemleniyor. 1970’lerin sonlarında başladığı ekonomik açılımlar ve küresel ekonomiyle bütünleşme sürecinde Çin, kendi gelişimine odaklanmış, çok taraflı platformlar ve uluslararası işbirliğine yönelik kurumlardan uzak durmuştu. Son yıllarda bu durumun hızlı bir şekilde değiştiği görülüyor ve Xi, Davos’ta açılış konuşmasını yapmasında bunun sembolik, ama yüklü bir anlam taşıyan işareti. Geride bıraktığımız yıl G20’ye başkanlık yapan Çin, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası örgütlerin yeniden yapılandırılması konusunda girişimlerde bulunuyor, kendi öncülüğünde kurulan Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi oluşumlarla bölgesel ve küresel yönetişime yeni enstrümanlar kazandırıyor ve Bir Kuşak, Bir Yol, ya da ülkemizde daha çok bilinen adıyla Yeni İpek Yolu projesi gibi girişimlerle çok taraflı işbirliğine değişik boyutlar kazandırıyor.
ABD HALA ÖNDE
Çin’in artan askeri kapasitesi ve bölgedeki girişimleri de henüz bu ülkeyi bir süper güç yapmıyor. Çin’in askeri harcamalara ayırdığı yıllık 215 milyar dolara karşılık bu sıralamada ilk sırada yer alan ABD’nin hanesinde 596 milyar dolar gibi bir rakam bulunuyor. Diğer yandan mevcut askeri güç kıyaslamaları da Çin’in ABD’nin henüz çok gerisinde olduğunu gösteriyor. Örneğin ABD’nin dünya genelinde güç projeksiyonu yapabilmesini sağlayan 11 adet uçak gemisi var. Çin’de ise bu sayı sadece bir. ABD’nin filosu tüm dünya denizlerinde boy gösterebilirken, Çin’in tek uçak gemisinin şu ana kadar en dikkat çeken operasyonu, Güney Çin Denizi’nde yaptığı tatbikat oldu. Çin, kendi bölgesinde egemenliğini pekiştirmek ve ABD’ye karşı bir güç dengesi oluşturmak amacında. Bunun ötesinde küresel bir etki sağlayacak, Çin’in süper güç konumuna taşıyacak askeri kapasiteye Çin henüz sahip değil.
Özetleyecek olursak, Çin henüz bir süper güç değil, ancak bir süper güç olma yönünde adımlar atıyor; bu istikamette yol alıyor. Pekin’deki Tsinghua Üniversitesi’nden uluslararası ilişkiler profesörü Yan Xuetong’a göre Çin, önümüzdeki on yıl içerisinde bu hedefine ulaşacak ve bunu da diğer güçlerle veya bölge ülkeleriyle çatışarak değil, yeni ittifaklar ve işbirlikleri kurarak sağlayacak. On yıl biraz iddialı bir hedef gibi görülse de Yan’ın ittifaklara ve işbirliğine yaptığı vurgu yerinde ve çok önemli. Soğuk Savaş’tan farklı olarak artık küreselleşen ve ülkelerin birbirlerine ekonomik anlamda bağımlı olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada süper güç olabilmek için hem yeterince kapasiteye sahip olmak, hem de bağımlılık ilişkilerini doğru yönetiyor ve bunlardan besleniyor olmak gerekiyor. Çin’in önümüzdeki dönemde bu anlamda ne kadar başarılı olacağını, gerekli yapısal dönüşümleri ne ölçüde hayata geçirebileceğini birlikte gözlemleyeceğiz.
Kaynak : http://www.yenisafak.com/hayat/cin-dunyanin-yeni-super-gucu-mu-2614412
Etiketler: Çin » Dünya » Ekonomi » Genel » Görüş Yorum » Makale Analiz » SiyasetBENZER HABERLER