Son Dakika
Prof.Dr. Enis ŞAHİN (Sakarya Ün. Fen-Ed.Fakültesi, Tarih Böl.Öğretim Üyesi)
Son yıllarda Doğu Türkistan’da meydana gelen gelişmeler, Dünyanın ve özellikle Türklerin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilgisini fazlasıyla çekmiştir ve çekmeye devam etmektedir. Yaşanan gelişmelerin, öncelikle bir “insanlık ayıbı” olduğunu vurgulamak gerekir. Ama bunun ötesinde mevcut gelişmeler bir Türk ve Türklük meselesidir; Çin’in asla vazgeçmediği bir sindirme, yıldırma ve yok etme politikasıdır. Tarihle biraz ilgisi olanlar, bu politikanın birkaç bin yıldır devam ettiğini rahatlıkla hatırlayacaklardır. Yani Çin’in, ayyıldızlı gökbayrak altında yaşayanlarla meseleleri, öyle birkaç yıllık bir gelişme değil, kökleri tarihin tozlu sayfalarında yer alacak kadar derinlere inmektedir.
Atayurdu Türkistan, tarih boyunca birçok saldırı ve istila hareketiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu tehlikelerin dayandığı iki güç; Rusya ve Çin’dir. Bu mücadelelerde aslan payını Rusya almış ve Türkistan’ün büyük parçasına uzun yüzyıllar zorla sahip olmuştur. Son çeyrek yüzyılda meydana gelen bağımsızlık hareketleri sonucunda, Türkistan’da bağımsız Türk devletleri ortaya çıkabilmiştir. Bu süreçte Türkistan’ın doğusu ise Çin hakimiyetinde kalmıştır. Doğu Türkistan Türklüğü Çin hakimiyetine girdiği dönemden itibaren ise hep büyük sıkıntılar içerisinde kalmış, Çin oradaki Türk varlığını hiçbir zaman tanımamış, tanımak istememiştir. Yaklaşık iki milyon kilometrekarelik büyük bir coğrafya olan Doğu Türkistan, 7.315 m yükseklikteki Han Tanrı dağına ve dünyanın en büyük çöllerinden olan Taklamakan çölüne evsahipliği yapmaktadır. Tanrı (Tiyenşan), Cungar, Tarbağatay ve Altay dağları da diğer önemli coğrafî elemanlardır. Tarım ve Cungarya havzaları ise, dünyanın en verimli tarım, meyvecilik ve otlak alanlarını oluşturmaktadır. Tarihî İpek Yolu üzerinde bulunan Doğu Türkistan, yeraltı ve yerüstü kaynakları açısından da dünyanın önemli zenginliklerini taşıyan bir coğrafyadır. Mesela Çin’in maden varlığının 1/3’ü Doğu Türkistan’da bulunmaktadır.
Ancak ne yazık ki, bu topraklar “Hazineler Ülkesi” olarak adlandırılmasına rağmen, bu ülkenin sahipleri olan Doğu Türkistan Türkleri, bu hazinelerden faydalanmak bir yana, bu topraklarda yüzyıllardır süren bir baskı, zorbalık ve yoketme politikasına maruz bırakılmaktadır. Zeki Velidi Togan’a göre 1941’de Doğu Türkistan’ın Türk nüfusu 5.5 milyon iken, Doğu Türkistan Türklüğü’nün efsane ismi İsa Yusuf Alptekin’e göre bu rakam 1948 yılında 8 milyona yükselmiştir. 1980’lerde 15 milyon olan bu rakamın, günümüzde 25 milyondan fazla olduğu kesin olmakla birlikte, Çinli idarecilerin uygulamış olduğu asimile politikaları nedeniyle nüfusta ciddi düşüşler yaşanmıştır. Doğum kontrolü, nüfus planlaması ve çeşitli iskan politikaları nedeniyle, Türk nüfusun yoğunluğu azaltılmaktadır. Öyle ki bugün Doğu Türkistan coğrafyasındaki nüfusun yarıdan fazlası Çinlilerden oluşmaktadır. Uygurların torunları olarak bilinen Doğu Türkistanlıların çoğunluğu, Kaşgarlı Mahmud’un Divanı Lügatit-Türk adlı eserinde de belirtildiği üzere Hakaniye lehçesi olarak bilinen bir Türk lehçesiyle konuşurlar. Türkçe o coğrafyanın altın anahtarı durumundadır. 1965’te The Newyork Times gazetesinde bir yabancı yazar, Türkçe’nin gücünü şu şekilde ifade ediyordu: “Bugün bile Türkçe konuşan bir insan, atla Bulgaristan’dan Çin’deki Sinkiang (Doğu Türkistan) eyaletine gitse, yol boyunca derdini anlatabilir. Bugün bir Çin eyalet merkezi olan Urumçi halkı, Türkiye’nin Avrupa topraklarında bulunan Edirne ahalisiyle, Pekinlilerle anlaşabildiğinden daha kolay anlaşabilir”.
Doğu Türkistan, Türklüğün en büyük temsilcisi durumundaki Anadolu Türklüğüyle işte bu kadar irtibatlıdır. Ancak Çin Doğu Türkistan’da millî ve İslamî kültürün yaşamasına müsaade etmemekte, Türkiye ile diğer Türk bölgelerinin dil, kültür, adet ve örf bağlarını tamamen koparma, millî ad, millî kültür ve müşterek dil gibi özellikleri değiştirme faaliyetinden vazgeçmemektedir. Doğu Türkistan’a yerleştirdiği Çinli nüfusuyla, o büyük coğrafyanın demografik durumunu sürekli kontrolünde bulundurmaya çalışmaktadır. Bu dün de böyleydi, bugün de farklı şekil ve yöntemlerle böyle olmaya devam etmektedir. Çinlilerle Türklerin mücadelelerinin Hun İmparatorluğu ile birlikte başladığı bilinmektedir. Mete Han zamanında Çinlilere üstünlüğünü kabul ettiren Hunlar, onun vefatından sonra, çok defalar Çin istilalarına uğramışlardır. İlki M.Ö. 101’de başlayan bu istila hareketlerinin, günümüze kadar Doğu Türkistan bölgesinde hala devam ettiği söylenebilir. Hunların yıkılışına kadar Doğu Türkistan, Çinlilerle adeta sürekli el değiştirmiştir. Bumın Kağan’ın 552’de Göktür Hakanlığı’nı kurmasıyla birlikte bütün Türkistan hükümdarları, Bumın Kağan’a boyun eğdiler ve bu sayede Doğu Türkistan 100 yıl kadar asayiş ve ilerleme içerisinde özgür yaşadı. Batı Göktürk devletinin yıkılmasıyla birlikte Çinliler tekrar bu bölgeye hakimiyet tesis etmişler, müteakiben Kapağan Han Doğu Türkistan’ı tekrar Çin istilasından kurtarmıştır. Sonrasında Türgiş devletinin hakimiyetine giren bölge, sonrasında tekrar Çin işgali ve yeni sıkıntılarla karşı karşıya kalmış, ancak 751’deki meşhur Talas Savaşı’nı Türklerin kazanmasıyla tekrar kurtarılmış oldu. Talas Savaşı’nın kazanılmasıyla Çinliler XVIII. yüzyıla kadar yaklaşık olarak 1000 yıl Doğu Türkistan topraklarından uzak kalmışlardır.
Müteakiben Uygur devleti ve Karahanlıların hakimiyetine giren Doğu Türkistan, Karahanlı kontrolüyle birlikte İslâmiyet’in etkisine girmiştir. Sonrasında bir süreliğine Cengiz Han otoritesini kabul eden Doğu Türkistan, ardından Çağatay Hanedanı tarafından kontrol edilmiş, Müslümanlıkla birlikte coğrafyanın Türklüğü de kesinlik kazanmıştır. Timurlu hakimiyeti ise XV. asrın sonları ile XVI. Asrın başlarında gerçekleşti. 1606’da Çağatay Hanedanı’ndan Emir İsmail’in başa geçmesiyle, Doğu Türkistan’da XIX. asrın üçüncü çeyreğine kadar meşhur Hocalar Hakimiyeti başladı. XVIII. yüzyılda Çinlilerin bölgede yeniden görülmeleriyle birlikte, büyük bir hakimiyet mücadelesi başladı. Çinliler zaman zaman bölgede yeniden otorite kurmaya çalıştılar, Çinli-Hoca mücadelesi bu dönemde tüm hızıyla sürdü. Çinliler bu süre zarfında şehir-devlet biçimini kaldırarak, kendi idari egemenliklerini kurdular. Hoca hakimiyeti Doğu Türkistan’da büyük darbe aldıysa da, bu bölge tam anlamıyla teslim olmadı. XIX. yüzyıl ortalarında Çinli-Hoca mücadelesi yine çok kanlı bir şekilde sürüyordu. 1863-1877 arasında Doğu Türkistanlılar Yakup Bey adında bir beyin önderliğinde harekete geçerek, Çinlilerin tamamını ülkelerinden kovarak, tam bir istiklal devri yaşatmışlardır. Bu istiklal döneminde Osmanlı devleti ile irtibata geçen Yakup Bey, Osmanlı yardımını da temin edebilmiştir. Bu sayede kurulması gerçekleşen Kaşgar devleti, Çin hariç, İngiltere ve Rusya ile de iyi münasebetler kurabildi. Ancak bu güzel ilişkiler Çin ile bir türlü kurulamadı. Çin’in amacının Doğu Türkistan’ı tamamen kendi kontrolüne alabilmekti. 1878’de Çinliler amaçlarına ulaştılar. Kaşgar devleti temsilcileri İstanbul’dan yardım istedilerse de, Osmanlı devletinin 93 harbi mağlubiyeti, böyle bir yardımın gerçekleşmesini engelledi. Bu kontrolü müteakiben, Çinliler Doğu Türkistan’da büyük bir istila ve istibdat idaresi kurarak, önemli ölçüde katliama giriştiler. Yok edilenler arasında 60 bin kişilik Kaşgar ordusu da vardı.
Çinliler 1884’de Çin imparatorunun drektifiyle, Doğu Türkistan’ı “yeni eyalet/toprak” anlamına gelen Sinkiang tabiri ile anmaya başlayarak, 19. Vilayeti olarak ülkelerine kattılar. Bu tarihle birlikte bölgede tam bir kolonizasyon politikası izlenmeye başlandı. Çin kontrolüyle birlikte hiçbir Türkistanlı bölgede idari mevkilere getirilmemiş, yetişmiş alimler zulüm ve işkencelerle ya cezalandırılmışlar, ya da sürgüne gönderilmişlerdir. Yeni Çin hükümeti Türkiye ile münasebetin kurulmaması için de, Türkiye’nin Doğu Türkistan Türklerini isyana tahrik ve teşvik ettiğini dahi yaymıştır. Bölgedeki zulüm I. Dünya Savaşı’nı müteakiben de sürmüştür. Birçok Türk’ün toprağı elinden zorla alınarak, Çinli göçmenlere dağıtılmış, bu durum Doğu Türkistan Türlüğü’nü harekete geçirmiştir. Sonuçta Türkistanlılar Japonya’nın Çin’e savaş ilan etmesinden de faydalanarak, Şubat 1933’te geçici bir hükümet kurabildiler. Kendi bölgelerinde kontrol sağlayabildiler. Zafer elde etmeye başlayan Japonlar Çin İmparatoru’nu Mançurya imparatoru ilan ettikleri gibi, Sultan II. Abdülhamid’in büyük oğlunun tek oğlu olan 29 yaşındaki Şehzade Abdülkerim Efendi’yi de Doğu Türkistan hükümdarı ilan etmek için davet ettiler. Gariptir ki, bu davetten Çin’den fazla, ABD, İngiltere ve millî uyanışın tüm Türkistan’a yayılacağı endişesiyle Rusya gibi devletler telaşa düştüler. Sonuçta Osmanlı şehzadesi ABD’de otel odasında öldürülerek, intihar süsü verilmeye çalışıldı. Ardından Rusya’nın Çin’e sınırsız yardım süreci başladı. Rusya böylece elindeki Türkistan’ı da korumuş olacağını düşünüyordu. Bu gelişmeler karşısında bile Doğu Türkistanlılar mücadeleden vazgeçmediler. Sonuçta Kaşgar’ın hükümet merkezi olduğu Şarkî Türkistan Türk İslâm Cumhuriyeti ilan edildi (12 Kasım 1933). Rusya ve Çin ile mücadele etmek zorunda kalan Doğu Türkistan devletinin lideri Hoca Niyaz Hacı, tamamen yok olmaktansa, Ruslarla anlaşmayı tercih etti. Ancak bir tuzak olarak değerlendirilen bu antlaşma, Doğu Türkistan hükümeti tarafından reddedildi. Hoca Niyaz Hacı bunun üzerine ihanet yoluna saparak, hükümet üyelerinin tutuklatılıp, Çinlilere teslim edilmesini ve arkasından da idamlarını sağladı. Kendisi kısa bir süre Urumçi vali yardımcısı olduysa da, 1942’de Çinliler tarafından ortadan kaldırıldı.
Millî direnişin kırılmasından sonra Doğu Türkistan, Çinliler tarafından adeta bir öç alma merkezi olarak görüldü. Altı binden fazla insan kurşuna dizildi, 30 binden fazlası sürgüne gönderildi ve 10 binden fazlasının malları müsadere edildi. Sovyet güçleri bölgede 1943’ten sonra çekildiler. Doğu Türkistan tekrar Çinlilerin kontrolünde kaldı. Soykırım ve işkence dönemi tekrar tüm hızıyla sürdürüldü. Türkistanlıların isyanları, baskılar arttıkça kırılamadı, aksine arttı. Ali Han Töre adlı vatansever bir önderle ayaklanan halk, tekrar mücadeleye başladı. Altaylı Osman İslam, sonraki adıyla Osman Batur başlayan direniş mücadelesine büyük destek verdiler. Bu büyük ayaklanmalar bastırılamadı. Bu arada II. Dünya Savaşı’nın devam etmesi ve Rusların beklentileri, Doğu Türkistan’dan tamamen çekilmeleriyle sonuçlandı. Yalnız kalan Çinlilerin çabalarının yetersizliği, Ağustos 1944’de Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin ilan edilmesiyle sonuçlandı. Ali Han Töre cumhurbaşkanlığına getirildi. Osman Batur da yeni hükümet ile işbirliği yaptı. Doğu Türkistanlılar her cephede Çinlileri bozguna uğratarak, kaybedilen şehirleri birer birer geri aldılar. Bu gelişmeler karşısında Çin, gelişmeleri barışçı yollardan çözmeye hazır olduğunu bildirince, uzun müzakerelerden sonra 1946 ortasında anlaşmaya varıldı. Tam bu sırada Ali Han Töre, Ruslarca düzenlenen esrarengiz bir tertiple ortadan kaldırıldı. Bunun üzerine yeni hükümet Çinlilerden ve Çin taraftarı kişilerden kurulunca, Osman Batur tekrar ayaklanarak, mücadelesini sürdürdü. Bunun üzerine Çin merkezî hükümeti yeni tedbirler alarak üç Türkistanlı’yı ilk kez işbaşına getirdi: Dr. Mesud Sabri genel vali, İsa Yusuf Alptekin genel sekreter ve Canım Han Hacı da maliye bakanlığına getirildiler.
Ancak bunlar geçici gelişmelerdi. Zira 1949’da Çin’deki iç mücadeleyi kazanan Maocu kuvvetler, Doğu Türkistan’ı yeniden işgal ederek, istiklal taraftarı birçok Türk’ü öldürmüşler ve sürgüne göndermişlerdi. Mücadeleye devam eden Osman Batur ve Canım Han Hacı da bu olaylar akabinde yakalanarak, 1951 yılında idam edildiler. Çinliler yılsonuna kadar tüm direniş hareketlerini bastırdılar. Bu gelişmelerde binlerce Doğu Türkistanlı öldürüldü ve 150 binden fazlası da sürgüne gönderildi. Çalışma kamplarına gönderilenlerin sayısı da az değildi. Zaman zaman Doğu Türkistanlıların tepkisini azaltmak amacıyla bazı uygulamalar başlatan Çin idarecileri, bu uygulamaların altında yine bölgeyi zabt ü rabt altına almanın hesaplarını yapmışlar ve yapmaktadırlar.
Günümüzde cereyan eden olayların benzerleri tarih boyunca, ama yakın, ama uzak tarihte yine gerçekleşmiştir. Değişen tek şey zamandır, bunun dışında mekân ve insanlar ve uygulamalar hiç değişmemektedir. Son gelişmeler dünya kamuoyunun dikkatini o bölgeye çekmişse de, bu ve benzeri gelişmelerin tarih boyunca hep olduğunu, tarih bilimi bize zaten göstermektedir. Yukarıdaki satırlar bunun çok kısa bir özetini sunmak amacıyla kaleme alındı. Doğu Türkistan coğrafyası ve üzerinde yaşayan millet, Türklük için son derece önemlidir. Görmezden gelinemez. Atayurdu’nda kanayan yara, kendini Türk bilen ve hisseden herkesi derinden yaralamaktadır. Kaldı ki bu gelişmeler sadece Türklük değil, insanlık açısından bile bakıldığında, büyük ayıpları ve insanlık suçlarını bünyesinde barındırmaktadır. Bunlara “insan”ın kayıtsız kalması beklenemez. Bu aşamada Türklüğe düşen görev, Doğu Türkistan gerçeğini, orada yaşayan milyonlarca insanın varlığını, bölgenin sıkıntılarını, Çin’in bölgeye yönelik uygulamalarını, basın-yayın, internet vasıtasıyla dünyaya duyurabilmek ve bir kamuoyu oluşturabilmektir. O bölge ile olan kültürel bağlarımızı canlandırabilmektir. Belki bu sayede ayyıldızlı gökbayrak Doğu Türkistan semalarında özgürce dalgalanabilecek, Atayurdu Doğu Türkistan yüzlerce yıllık esaretine son verebilecektir.
Kaynak : http://www.trakyarehberim.com/others/yazi.php?xnumber2=301
Etiketler: Çin » Dünya » Genel » Görüş Yorum » kÖŞE YAZARLARI » Makale Analiz » SiyasetBENZER HABERLER