logo

trugen jacn

KOMÜNİST ÇİN’İN SÖMÜRGESİ, DOĞU TÜRKİSTAN,TİBET,İÇ MOĞOLİSTAN,MANÇURYA

Yücel TANAY (Gazeteci-Yazar)

Çin sömürgeciliği 1950’den bugüne kadar Çin tarih boyunca asla ele geçiremediği dev gibi ülkeleri yuttu: Türklerin vatanı Doğu Türkistan, Mançuların ülkesi Mançurya, Moğolların yurdu İç Moğolistan ve Tibet…

Doğu Türkistan(1949) Tibet(1950) ve iç Moğolistan(1947) Mançurya (1945) bu ülkenin işgali altındadır ama, komünist olduğu için solcu çevreler onlara laf etmez. çünkü onlar güya emperyalizmle mücadele ediyor.Halbuki,bugün Çin dünyanın en büyük toplu sömürge imparatorluğudur.

Çin, işgali altındaki ülkelerde doğal kaynaklarını sömürürken, kontrolü daima elinde tutmak için Han Çinlileri buralarda yoğun olarak bulundurmuşlardır. İdare etme ve karar verme mevkileri hep Çinli yöneticilerin elinde olmuştur. Zaten geçmişte de, milli azınlık bölgelerinin ilk Çinli yerleşimcileri olan ordu mensupları Pekin’in kontrol politikasının temel direğini oluşturmuşlardır. Zaten halkın gözünde Çinli göçmenler daima sömürgeci olarak algılanmaktadır.

Doğu Türkistan’da Çin Sömürgeciliği

Doğu Türkistan, 5 milyon kilometre kare olan Uluğ Türkistan‘ın bir parçasıdır. ‘Uluğ Türkistan‘ deyince, Batı ve Doğu Türkistan birlikte hatıra gelir. Doğu Türkistan; güneyinde Pakistan ve Hindistan, doğu ve kuzey doğusunda Çin ve Moğolistan, güneybatı ve batısında Afganistan ve Batı Türkistan, kuzeyinde Sibirya gibi ülkelerle sınırlıdır. “Dünya Türkleri’nin İlk Anayurdu” olarak bilinen Doğu Türkistan, 1.828.418 km2′den ibarettir. Bu haliyle Almanya’dan 4, Ürdün’den 25, Pakistan’dan 3, Türkiye’den ise 2.5 defa daha büyüktür. Yüzey şekilleri tabii tezatlarla ifade edilen bu ülkede vahalar, çöller, yüksek tepeler açık şekilleriyle göze çarpar. Asya’da Batı Türkistan’ın doğusunda yer alır. Çin, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Tibet gibi ülkelerle komşudur.

Doğu Türkistan; Tanrı Dağları, Altay ve Kurum Dağları arasındaki Cungarya Havzası, Tarım ve Turfan Havzasını da içine alan 1.828.418 Km2 yüzölçümündedir. Doğu Türkistan, bütün Çin toprağının 1/5 ‘ini (beşte birini) teşkil eder. Avrupa’nın en büyük devletlerinden Fransa’nın 3 katı, Macaristan’ın 17 kat büyüklüğündedir. Toprak büyüklüğü bakımından dünya ülkeleri içinde 19.uncu sırada yer alır.

Dünya Medeniyetinin Altın Beşiği diye anılan Taklamakan Çölü, Tabiat’ın Cenneti olarak bilinen Altundağ Parkı, Avrasya Köprüsü olarak anılan İpek Yolu, dünyanın en yüksek göllerinden olan Tanrı ve Buğda gölleri, dünyanın deniz seviyesinden en düşük çukurluğu olan Aydınköl, ayrıca Kıduran Antik Şehir Harabeleri, Miret, Çerçen Uzuntat, Hanöy (Hanevi) Eşşar, Subaş, Üçkat Rumtay Kadım Şehri, Kumtura, Kızıl, Onbaş Togtuz, Hücra ve Bezeklik Mingöy (Binev) Harabeleri gibi daha dünyada sırrı açılmayan medeniyet merkezleri Doğu Türkistan’dadır.

Lopnor, Boğraş, Barsköl Buğda, Sayram, İbnur ve Ulunkur gölleri ile Tarım, Yarkent, Hoten, Konci, İli, Manas ve İrtiş ırmakları vardır.

Sınırsız nehir vadilerinde, göllerin sahillerinde, dağların ve ormanların etrafında yaşayan Müslüman Türkler, bilinen tarihten beri bu topraklarda tarım ve hayvancılık yaparak yaşaya gelmişlerdir.

Günümüzde Doğu Türkistan’da 16 şehir ve 86 ilçe mevcut olup, Çinliler bu toprakları 1 merkezi şehir, 8 vilayet ve 5 özerk ilçeye bölerek idare etmektedir. Büyük Türkistan Avrasya’nın olduğu kadar dünyanın da odak noktası. Çünkü kültürlerin harman olduğu bu coğrafya, Rus, Çin ve Hint toplumlarının düğüm noktası. Avrasya ekseninde İstanbul dışında Semerkant, Almatı ve Kaşgar üçgeni kadar stratejik öneme sahip başka bir coğrafya yok. Bu yüzden, Osmanlı toprakları gibi Turan ülkesi de yapay sınırlarla bölündü. Haritalarda Büyük Türkistan’ın yerinde Doğu Türkistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Kuzey Afganistan olmak üzere yedi ülke görülür. Ancak Doğu Türkistan, 1949′da kurulan Çin Halk Cumhuriyeti tarafından işgal edildi. Doğu Türkistan’daki bugünkü “Sinkiang Uygur Özerk Yönetim”i işgalden altı yıl sonra kuruldu. Geçmişte Çinliler’e kendilerini savunmak için büyük duvarlar yaptıran Türkler, şimdi Doğu Türkistan’daki Uygurlar’ın temel hak ve özgürlüklerini gündeme getirmekten korkar hale geldi. Taşkent’ten Semerkant’a giderken, Doğu Türkistan’ı diğer Türk Cumhuriyetlerinden Tanrı Dağlarının ayırdığı görülür. Bir yanda Kaşgar bir yanda Semerkant vardır. Doğu Türkistan zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarıyla yalnızca Çin’in değil bütün Asya’nın California’sı. Bunun için Çin ve Doğu Türkistan arasındaki çatışma 1757′den beri devam ediyor. Sultan Abdülhamit 1866′da kurulan bağımsız devlete el uzattı ve onları yalnız bırakmadı. Doğu Türkistan Anadolu, Anadolu Doğu Türkistan’dır. Asya’nın Avrupa’ya yürüyüşü Doğu Türkistan’dan başlar.

Doğu Türkistan toprakları üzerinde tarih boyunca bir çok Türk İmparatorluğu, devleti ve beylikleri kurulmuştur. Bunlar; Hun İmparatorluğu,Göktürk İmparatorluğu, Uygur devleti, Karahanlılar Devleti Kara Hitaylar Devleti; Uygur İdikut Devleti ve Moğollar’ın istilasından sonra kurulan Çağatay Devleti, Saidiye Hanlığı v . b . bir çok beylik ve devletlerdir. Bu beylik ve devletler 19. Asrın ikinci yarısına kadar devam etmiş, yabancı güçlerin çeşitli saldırılarını bertaraf ederek, kendi bağımsız ve bütünlüğünü korumuştur. Türk Milletinin Anayurdu olan Türkistan 19. asrın ikinci yarısında Çarlık Rusya ve Mançu –Çin Hanlığı’nın çeşitli saldırılarına maruz kalmıştır. 5.340.066 km2 yüzölçümüne sahip olan Büyük Türkistan’ın batı kısmı Çarlık Rusya’sı tarafından tamamen işgal edilmiş , 1.828.418 km2 yüzölçümüne sahip olan Büyük Türkistan’ın doğu kısmı ise Mançu–Çin İmparatorluğu tarafından işgal edilmiştir. Bu tarihten başlayarak Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Çinliler tarafından işgal edilen taraf Doğu Türkistan, Ruslar tarafından işgal edilen kısmı ise Batı Türkistan diye anılmaya başlamıştır. Batı Türkistan bugünkü yerinde Sovyetler Birliğinin parçalanmasıyla bağımsızlığını kazanan Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Azerbaycan’ı içine almaktadır. Bugün bu Türk kavimler bağımsızlığını kazanarak ayrı ayrı devlet kurdukları için Batı Türkistan kavramı işlemden kalkmış, Batı Türkistan Türk Cumhuriyetleri olarak anılmaya başlamıştır. Onun ayrılmış bir parçası olan Esir Doğu Türkistan şimdiye kadar bağımsızlığına kavuşamamış, Kızıl Çin’in bir sömürge eyaleti olarak yaşamına devam etmiş ve etmektedir. Tarihte birçok Türk İmparatorluğu, devlet ve beylikleri kurup dünya medeniyetine büyük katkıda bulunan bu Türk vatanı 1864’de başlayan Mançu–Çin saldırısının sonucunda işgale maruz kalmış ve 18 Kasım 1884’de Çin’in 19. Eyaleti ilan edilmiştir. Ülkenin Tarihi ve Coğrafi adı olan Doğu Türkistan kelimesi , Çince “Yeni İşgal Edilen Toprak” anlamına gelen Xinjiang olarak değiştirilmiştir.

Tarih boyunca İmparatorluk ve beylikler kurarak hür yaşayan Doğu Türkistan Türkleri bu tarihten itibaren Çin egemenliğine girmiştir. Ama hiçbir zaman Çin boyunduruğuna baş eğmemiş, Çinlilere karşı büyük mücadelesini sürdürmüştür. 1884’e kadar olan zaman zarfında Çinliler Doğu Türkistan’ın tamamına hakim olamamış, bazen batı kısmına bazen de doğu kısmına hakim olmuştur.

Çin’i yöneten Mançu İmparatorluğunun 1911’de sona ererek yerine Cumhuriyet kurulmasıyla , Doğu Türkistan’daki Çinli Genel Valiler Çin’den bağımsızlık istemeye başlamış, Doğu Türkistan’ı istediği şekilde sömürmeye devam etmiştir. Bu işgalci-sömürü yönetimine karşı büyük ayaklanmalar olmuş ve 12 Kasım 1933’de Doğu Türkistan’ın ilim ve kültür şehri olan Kaşgar’da “Şarkî Türkistan İslam Cumhuriyeti” kurulmuştur.

Batı Türkistan’ı elinde bulunduran Sovyetler Birliği ve faşist Çin komutanı Şeng Şisey’in ortak saldırısı sonucunda Doğu Türkistan tekrar Çinli faşist General Şeng Şisey’e iade edilmiştir. Bu işgale karşı Doğu Türkistan Türkleri 11 senelik çetin bir mücadeleden sonra Doğu Türkistan’ın Kuzey kısmını kurtararak 12 Kasım 1944’te Ğulca’da “Şarkî Türkistan Cumhuriyeti”ni kurmuşlardır.

Bu Cumhuriyetin kurulmasından çok rahatsız olan Sovyetler Birliği hemen müdahale ederek, Doğu Türkistanlıların Doğu Türkistan’a tamamen hakim olmasına engel olmuştur. Ancak Komünist Çin ile Milliyetçi Çin arasında yapılan İç savaş ( 1945 – 1949) , Komünist Çin’in zafer kazanmasıyla sona erince durum değişmiştir. Komünist Çin ordusunun Doğu Türkistan sınırına gelip dayanmasıyla bugün hala devam eden işgali başlatan saldırılar başlamış, Doğu Türkistan’daki Milliyetçi Çinliler Komünist Çinlilerle birleşmişler Stalin’in yardımıyla da 5 sene devam eden bu birliktelik sonucunda Doğu Türkistan Cumhuriyeti yıkılmıştır.Komünist Çin ordusunun en son saldırısı sonucunda Doğu Türkistan , Komünist Çin’in resmi bir sömürgesi haline gelmiştir.

Çinlilerin son iki bin yıllık tarihine baktığımız zaman Çinliler genellikle orta düzlük denilen,bugünkü Çin’in doğu bölgesinin iç kısımlarında yoğun olarak yaşamışlardır. Bugün Çin’in Çince adı olan ‘’Zhongguo’ kelimesi de, orta düzlüğün Çince adı olan’’Zhong Yuan’’kelimesinden gelmektedir.Yani Çinliler’in kendi tarihlerinde nadir ve kısa süreli olarak kısmi de olsa,kendi coğrafyası dışındaki Türk, Moğol, Mançu ve Tibetleri idaresi altında tutabilmesine karşı, Moğollar ve Mançular yüzlerce yıl Çinlileri yönetmiş, Moğollar,Türkler ve Tibetler Çinlilere karşı mücadelede ve Çinlileri idare etmede genelde çok başarılı bir işbirliği ve dayanışma sergilemişlerdir.Çinliler 20.yüzyılın ilk çeyreğinde başlayarak,300 yıllık Mançu idaresinden kurtulduktan sonra,kendi kendini yönetmeye ve iktidar olmaya başlamışlardır.19.yüzyılda Batılılar, Ruslar ve Japonların Çin’e empoze ettiği anlaşmalar ve bölgeye ait ekstra düzenlemeler Çin’i devlet olarak alçaltmış, Çinlileri de insan olarak aşağılık duygusu geliştirmelerine sebep olmuştur.[9] Çinliler bu aşağılık komplekslerinden hala kurtulabilmiş değillerdir.Kendi kendini yönetmekten yoksun olan Çinlilerin, 1955’e kadar, Doğu Türkistan’la, Moğolistan ve Tibet’i gerçekten yönetsel anlamda yönetip yönetmediği son derece tartışılır bir konudur. Şubat 1945’te müttefik ülkelerin Yalta’da bir araya gelerek Doğu Türkistan’dan Japonya’nın kuzeyine kadar olan kuzey Asya’nın ‘sorunlu’ bölgelerini, Sovyetler’in insafına bırakması sonucunda Stalin, Milliyetçi Çin hükümeti ile ’sorunlu’ bölgelerin paylaşımı konusunda bir dizi anlaşma yapmak için, Ağustos 1945’de bir araya geldiler.14 Ağustos’ta imzalanan bir dizi belge ile Sovyetler, sonuçlarının kimin çıkarına hizmet ettiğinden hiç kimsenin kuşku duymadığı bir plebisit sonucunda bağımsızlığını ilan eden Dış Moğolistan’ın Milliyetçi Çin tarafından tanınmasını sağladı.

Yalta Konferansı ve Çin-Sovyet anlaşması sadece Dış Moğolistan ve Mançurya ile ilgili değil, aynı zamanda ‘Doğu Türkistan Sorunu’ ile yakından bağlantılıdır. Ama bu anlaşmaların içeriği günümüze kadar açıklanmış değildir. Çinliler 1950’lere kadar önce Çarlık Rusya’sı sonra Sovyetlerin desteğini almadan Doğu Türkistan’ı idaresi altında tutamamışlardır.(1950’deki Çin Sovyet anlaşması ve Doğu Türkistan’da kurulan Çin-Sovyet anonim şirketi bunun ispatıdır.) ÇKP’nin hizmetindeki Çinli tarihçilerin araştırmalarına dayanan batılı Çin uzmanları,Çin’in iki bin yıllık tarihi boyunca Doğu Türkistan’ı kısmi olsa da dönem dönem olarak 425 yıl civarında idare ettiğini söylemektedirler.

Bu mantık ve zihniyeti dikkate aldığımız zaman, 462 yıl Portekiz sömürgesi olan Makau için yıllar sonra, Portekizliler Çinliler’den hak iddia edebilir mi? Oysa Çinliler değil, Qing Mançu imparatorluğu 1759’dan itibaren bu bölgeye işgal girişiminde bulunmuştur. Ancak,1884’e kadar kendi idaresini pekiştirememiştir. Hatta milliyetçi Çin hükümeti bile son dönemlerinde ‘Xinjiang’ adı yerine ‘Çin Türkistan’ı deyimi kullanmayı kabul etmiştir. Fakat Çinliler ilk defa 1958’de ortaya çıkan Çin-Sovyet anlaşmazlığından sonra bölgeyi fiili olarak tek başına kendi idaresi altına alabilmişlerdir. Bu zamana kadar bölgede Ruslar’ın hatta İngilizler’in etkisi yoğun olarak hissedilmiştir. Bugün bile Çinli yetkililer bölgede istikrarın sağlanması için Batı Türkistan’daki Türk Cumhuriyetlerinin ve Rusya’nın desteğinin olmazsa-olmaz bir koşul olduğunu gördüğü için, dış politikada bu devletlere büyük önem vermektedirler.

İşte Nisan 1996’da kurulan ‘Şanghay Beşlisi’ (daha sonra ‘Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dönüşmüştür) bunun en önemli göstergesi olup, Çin’in Doğu Türkistan’da hakimiyetini sağlayabilmesi için kritik öneme haizdir. Çin’in, Doğu Türkistan başta olmak üzere ‘özel’ olarak yürüttüğü politikasını siyasi, ekonomik, eğitim ve kültürel yönleri ile değerlendirecek olursak; Çinli komünist liderler diğer komünist ülkelerden farklı olarak, Çinlilerin kültürel ve sosyal geleneklerine uygun Çin milliyetçiliğine hizmet eden ‘’Çin’e özgü’’ bir komünist rejim benimsediği gibi,’’Çin’e özgü’’ sözde ‘’özerklik’’ ve ‘’milli özerk bölgeler yasası’’nı (sadece kağıt üzerinde olsa) da yürürlüğe koymuştur. Uluslararası ilişkilerde ‘özerklik’ herhangi bir birimin kendi kendisini yönetmesi, kendisine ilişkin kararları kendisinin alabilmesi durumudur. Özerklik en genel anlamda,bir birimin diğer birimlerden tamamen bağımsız olmasıyla, onlara doğrudan bağımlı olması arasındaki bir duruma işaret etmektedir. Siyasi anlamda özerklik, ulusal ve uluslararası olmak üzere başlıca iki anlamda söz konusu olmaktadır.Ulusal düzeyde özerklik, bazı kuruluşların, bazı baskı gruplarının iktidardan tamamen bağımsız olmakla beraber, doğrudan ona bağımlı olmadan belirli bir serbestlikten yararlanabilmeleridir. Uluslararası düzeyde ise eskiden daha çok kendi kendini yönetme durumunda olan sömürge altında olan milletler için söz konusudur” (Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi) olarak tanımlanmasına rağmen, Çin yönetimi içerik bakımından tamamıyla bu tanımdan yoksun ‘sahte’ özerkliği, yıllarca denemiş, ÇKP’ye istenmediği kadar ‘sadık’ olan yönetim kadrosuyla ‘özerklik’ adı altında yönetmektedir. Öte yandan, Çin BM’nin 10 Aralık 1948’de ilan ettiği ve BM’ye üye olan her devletin zorunlu olarak imzaladığı “İnsan Hakları evrensel beyannamesi”nin 2.madde, 4 fıkrasında “grup içinde (Azınlık grubu içinde) doğumların engellenmesine matuf önlemlerin alınması yasaklanmıştır’’ deniliyor.

Ama Çin yönetimi bu yasayı sürekli olarak, özellikle de Doğu Türkistan’da ihlal ederek ağır yaptırımlar, hatta cezayı işlemler tehdidiyle ‘mecburi kürtaj’ siyasetini yürütmektedir. Ayni beyannamenin 9 maddesi ‘Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonamaz ve sürgüne gönderilemez’ denmektedir. Buna rağmen Çin yönetimi, Doğu Türkistan’da çok yoğun keyfi tutuklamalar ile terör estirmekle anlaşmayı yine ihlal etmeye devam etmektedir. Diğer yandan uluslararası insan haklarıyla yakından ilgilenen çeşitli kuruluşlar ise Çin’i sadece uyarmakla yetinmektedir. Örneğin Uluslararası Af Örgütü 1999’un sonunda kendi web sitesinde Doğu Türkistan’da keyfi tutuklanarak cezaevine konulan yüzlerce kişiyi isimleri ile yayınlayarak Çin hükümetinden bu kişilerin serbest bırakmasını istemiştir. Bütün bu girişimlere rağmen Çin yönetiminin değişik ‘özerk’ bölgelerdeki politikası da belirli farklılıklar arz etmektedir. Bu da azınlıklar arasında eşitsizliğin hızlanarak, güvensizliğin artmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla devletin iki yüzlülüğüne karşı, azınlık konumundaki milletlerin tepkisi artmaktadır. Mesela ‘mecburi kürtaj’ politikası Tibet’te pek ciddi uygulanmamaktadır.Bunun nedeni Dalay Lama’nın uluslararası saygınlığının getirdiği Çin’e karşı baskılardan kaynaklansa gerek; başka bir örnek daha verecek olursak, Çin yönetimi 1992’de “Tibet’in asıl sahibi ve insan hakları”, “Çin’in suçluları eğitme durumu”, 1955’de “Çin’de insan haklarının gelişmesi” gibi raporlar hazırlayıp dünyaya duyurmuştur. Ama günümüze kadar Doğu Türkistan’la ilgili böyle bir girişimde bulunmadı. Çünkü Doğu Türkistan davasını gerçekten destekleyen hiçbir devlet, yahut güçlü bir uluslararası teşkilat bulunmamaktadır. Ayrıca ‘özerk’ bölgeler, Çin yönetimi tarafından 31 Mayıs 1984’de ulusal halk kongresinden geçerek, yürürlüğe konulan 67maddelik “Milli Özerk Bölgeler yasası”nda, “özerk” bölgelere tanınan siyasi haklar uygulanmaya konmadan merkezi hükümetin yayınladığı siyasi haklar uygulanmaya konmadan, merkezi hükümetin yayınladığı siyasi genelgeler ile yönetilmektedir. Bu yasalardan ÇKP’nin yetkililerinin yaptığı siyaset çok daha etkin ve güçlü olduğu için, hiçbir işe yaramamakla beraber, hatta bu yasaların uygulanmasını istemek “bölücülük” suçu sayılmaktadır. Çin’in 1982 anayasasının 4. ncü maddesinde, çeşitli azınlıkların yoğun olarak yerleştiği bölgelerin kendi özerkliklerini yürütür, özerk kurumlarını tesis eder, kendi kendini yönetme hakkını gerçekleştirir. Bütün bu özerk bölgeler Çin Halk Cumhuriyeti’nin ayrılmaz parçasıdır.[19] denilerek özerk bölgelerin olağanüstü durumlardan istifade ederek bağımsızlıklarını ilan edebilmelerinin mümkün olamayacağına işaret etmektedir. Oysa Sovyetler’in ve Tito Yugoslavya’sının anayasasında diğer cumhuriyetlerin istediği zaman bağımsız olabilecekleri belirtiliyordu. Örneğin Sovyetler Birliği’nin anayasasında 15 cumhuriyetinin kendi haklarının istemesi halinde, Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlıklarını ilan edebileceğini belirtmekteydi. Doğu Türkistan’ın Ğulca şehrinde Eylül 1963’te vuku bulan Çin yönetimine karşı ayaklanmadan sonra yaşanan Kazakistan’a kaçış olayından bir yıl sonra Krusçev, Pravda gazetesine verdiği demeçte, “Xinjiang ve iç Moğolistan’daki Çinli olmayan halka (self-determination) hakkının tanınması”nı istemesi de sadece, politik karşılıkları suçlama için söylenmiş söz değildir. Bu sözün altında bu bölgelerin daha önce nasıl vaatlerle paylaşıldığının gerçeği yatmaktadır. Bundan böyle Sovyetler 1980’lerin ortasına kadar bölgedeki bağımsızlık hareketlerinin pek çoğunu gizli olarak desteklemişlerdir. Çin’de buna karşılık Afganistan’ın yanında yer almıştır. Sovyetler’de Kazakistan Cumhuriyetinin başkanı olarak bir Uygur’u atamış ve böylece Doğu Türkistan’daki Uygurlar’ın bağımsızlık isteklerini güçlendirmeyi amaçlamıştır. Buna karşılık Çin yönetimi bölgede çok sert ve çok yoğun güvenlik önlemleri almışlardır. Doğu Avrupa’daki komünizmin çöküşüne paralel olarak Nisan 1989’da Tien’anmen Meydanı’nda 150 bin öğrencinin demokrasi isteyerek geniş halk kitlesinin desteğiyle yaptığı gösterinin, Deng’in “bu karışıklığı durdurmak ve buna engel olmak için, güçlü tedbirler ve kesin tutum almalıyız. Öğrencilerden korkmayınız. Çünkü milyonlarca askerimiz var”, sözleriyle kanlı bastırılması milyonlarca insanı umutsuzluğa götürmüştür. Kendi insanına bunca vahşeti uygun gören bu cuntacı rejiminin, yıllardır azınlıklara uyguladığı dehşetin ve soykırımın ne kadar zalimce olduğuna dünya kamuoyu bu olaydan sonra daha fazla inanmaya başlamıştır. Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan’ın bağımsızlık mücadelesi, olanlara rağmen alevlenerek devam etmektedir. Özellikle 1991’in sonunda Sovyetler’in çökmesi Doğu Türkistan halkında çok büyük etkiler doğurdu. İnsanların bağımsızlık istekleri giderek derinleşti. ÇKP yönetiminin Uygur halkına karşı yürüttüğü ekonomik açıdan zayıflatma, ve eğitimi, “sindirme politikası”na hizmet eden araç haline getirme çabaları ve kültürel olarak küçük düşürme politikası çok daha titizlik içinde “kuvvet kullanımı” ile gerçekleştirilmekte, ekonomide bölgedeki göçmen Çinlileri söz sahibi, Uygurları ise ihtiyaç sahibi haline dönüştürme politikasını yürütmektedir. Böylece Uygurları ister bireysel yönden, ister toplumsal olarak sıkı kontrol altında tutma ve Uygurlar’ın nispeten zayıf olan soysal dayanışma ve toplumsal, hatta bireysel iç güvenini de daha fazla yıpratmaya çaba harcamaktadırlar. Uygurların kültürel açıdan çok daha zengin, tarihsel olarak parlak bir geçmişinin yanında yakın tarihe kadar süregelen siyasi geçmişe sahip olması ve insanlığın yüzkarası zulümlerine rağmen, kendi kimliklerini iyi koruyabilen bir Türk boyu olarak kalmasında büyük önem taşımaktadır. Çin’in siyasi, ekonomik ve kültürel durumuna baktığımız zaman 1978’te yapılan Milli Kongre’de “Dört modernizasyonu” programını kabul ederek bu çerçevede sosyalist pazar ekonomisine geçtikten sonra yapılan ekonomik reformlardan belirli bir başarı elde edip, bir piyasa ekonomisi yolundaysa hala zayıftır ve yapılanması tamamlamamıştır. Ne bir piyasa etiği, ne de bir piyasa kültürüne sahiptir. Piyasa ekonomisine geçiş sonucunda işsiz kalacak olan çürük parti kadrolarını azaltmak hemen hemen imkansızdır. Siyasal reformu henüz başlatamamıştır ve bir hedef yoksulluğu hala mevcuttur.Yapılan ekonomik reformların eşitsiz ve düzensiz olması da büyük problem olmaya devam etmektedir. Örneğin Çin’in iç bölgeler, yani deniz kıyısı devletin tanıdığı imkanlarla, hatta ÇKP yönetiminin tanıdığı avantajlar sonucunda çok hızlı kalkınmış ve diğer bölgelerle olan fark öylesine büyümüştü ki, özerk bölgelerde özellikle Doğu Türkistan, Tibet, İç Moğolistan orta ve batı bölgeler yoksulluk sınırı artında ezilirken, bu kalkınmamış bölgelerin merkezi yönetimle arası pek iyi olmamaktadır. Devletin sıkı kontrolü altındaki bölgeler, reformun kendi bölgelerinde de yapılmasını istemektedirler. Ortaya çıkan bölgesel ve toplumsal farklılığın büyük olması ve yapılan iyi-kötü ekonomik reforma karşı, siyasal reformun yapılmaması, hatta bazı bölgelerde yoksulluğun kritik olması sosyal iktidarsızlık ve sosyal patlamanın yaşanabileceğine dair zaman zaman sinyal vermektedir. Öte yandan giderek ağırlaşan vergi kaçakçılığı, ÇKP üyelerini rüşvetleri ve ÇKP’nin kendi içinde (üst kademede) “reformcu” ve “tutucu” olarak ikiye ayrılması devleti ağır ekonomik ve güven kaybına uğratmaya devam etmektedir. Son yıllarda artan merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki baskıları bazen tırmanışa geçmektedir. Bu kırılgan dengelerin genel bir kriz çıkıncaya dek büyüyerek devam etmesi beklenmektedir. Üstelik gelecek itibariyle önümüzdeki bu yıllarda Çin’in büyüme hızını sürdürüp sürdüremeyeceği kesin olmaktan çok uzaktır.

Tarihi gelişim sürecidir. Sömürgecilik dönemi kapanmıştır.Bu sürece katılmamak ve soyutlanmak mümkün değildir. Böyle bir uluslar arası süreçte hiçbir ülke, kendi halkını dış gelişmelerden soyutlayarak anti-demokrat rejimlerini devam ettiremeyeceklerdir. Çin’de bu gelişim sürecinin içindedir. Çin kendini bu gelişim sürecinden soyutlasa da, demokratikleşme sonunda kaçınılmazdır. Tüm bunlarla beraber Tibet olmak üzere, Doğu Türkistan ve başka halklar bağımsızlık istekleri, dünya kamuoyunun desteğini arkasına alarak, ÇKP yönetimine baskılarını artıracaktır. Bu bölgelerde Çin yönetimi, kendi otoritesini koruyabilmek için, sürekli ağır baskı uygulama gereği duymaktadır ve böyle devam ettirmeye de kararlı gözükmektedir.

Doğu Türkistan’ın Çin Sömürgeciliği İçin Stratejik Önemi

Doğu Türkistan târihte ilk Türk Devleti olarak bilinen Hun İmparatorluğundan îtibâren birçok büyük Türk Devletinin çekirdeğini teşkil eder. Göktürk Devleti, Uygur Devleti, Karahanlı Devleti bunların en meşhurlarındandır. Siyâsî, ekonomik ve askerî yönden Asya’nın en stratejik bölgelerindendir. Doğu Türkistan’ın doğal kaynakları bu toprakları önemli kılmaktadır.

Doğu Türkistan tarih boyunca Çin için hem siyasî hem de ekonomik bakımdan önemli bir bölge olmuştur. Çin, Hunların sağ kolunu kesmek için bölge ülkeleri ile siyasî ilişkiler kurarak M.Ö.112’den sonra Hunlara ağır darbe indirmiş ve Hun devletinin çöküş sürecini başlatmıştır. İmparatorluk hevesi olan eski Çin devletleri Batı’ya açılmak ve İpek Yolu’nu kontrolleri altına almak için tarih boyunca Türkler, Moğollar, Sasanîler ve Ruslarla savaşmıştır. Bu olayların hepsi Doğu Türkistan dahil Orta Asya’da gerçekleşirken en son Mançur İmparatorluğu komutanı Zuo Zongtang “Bedeni korumak için Moğolistan ve Doğu Türkistan gibi kollar muhafaza edilmeli” stratejisiyle 1884ten sonra Doğu Türkistan’ı işgal etmesi ile bu bölge, Xinjiang adıyla Çin’in iç sömürge bölgesi haline dönüştürmüştür. Aynı dönemde Çarlık Rusya’sının da Türkistan’ın batı kısmını işgal etmesiyle Türkistan ikiye ayrılmıştır.

Çinlilerce “Doğu Türkistan tarihten bu yana Çin toprağının bir parçasıdır” denilen bu bölge, siyasî bakımdan Pekin’e bağlıdır. Ancak, tarih, dil, din, etnik ve diğer gelenekleri Orta Asya ile bir bütündür. Bu bağlamda Doğu Türkistan Çin’i hem Batı Türkistan hem de Batı Türkistan’dan ayıran stratejik bir bölgedir. Çin’in kuzeybatı ve güneybatı bölgesini oluşturan ve 1.828.418 k² büyüklüğüyle Çin toprağının 1/6 km²’sini teşkil eden bu bölge, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerle sınırı vardır ve komşu ülke nüfuslarının çoğu Müslüman‘dır. Bu ülkelerle komşu olan Doğu Türkistan, Çin için stratejik bir mihver noktasıdır. Bu nedenle Uluğ Türkistan’da meydana gelen herhangi bir kargaşa ve çatışma doğrudan Doğu Türkistan’ı etkilemektedir.Dolayısıyla bu coğrafya Çin’in siyasi güvenliği açısından fevkalade önem kazanmaktadır. Bu suretle Çin, Doğu Türkistan’ı dış tehlikelere karşı kendisini koruyacak stratejik bir tampon bölge olarak görmektedir. Yine Doğu Türkistan’ın konumundan dolayı Çin Batı Türkistan devletleri ile ekonomik ilişkilerini arttırmak istemektedir. Ayrıca bu bölgede Pakistan’a giden Karakurum yolunun tamamlanmış olması, 1988’de Ürümçi ile İstanbul arasında doğrudan havayolu bağlantısının başlatılması ve 1990’da Ürümçi ile Almatı arasındaki, “Avrasya Kıtalararası Kara Köprüsü” denilen Çin’in doğu sahili ile Rotterdam’ı bağlayan tren yolunun son eksik parçasının tamamlanmış olması, Doğu Türkistan’ı “Uzakdoğu’nun arka kapısı olmaktan çıkarıp, Batı’ya açılan Ön kapısı” haline getirmiştir. Ülkenin en büyük pamuk üretimi Doğu Türkistan’da gerçekleştirilmektedir. Bölgeye yaptığı yatırımlarla pamuk üretiminden doğan ekonomik refah yine Çinlilere aktarılmaktadır. Bu durum da Doğu Türkistan’ın stratejik önemini daha da arttırmaktadır.

Çin’in ihtiyaç duyduğu petrol ve doğalgazın %25’ni ithalat yoluyla karşılamaktadır. 2010 yılında ise bu ihtiyaç %45 oranına yükselecektir. Yer üstü ve yer altı zenginlikleri bol olan Doğu Türkistan bölgesi, Çin’in büyümesinde ayrı bir önem kazanmaktadır. Büyük Türkistan ve Hazar havzasına kadar köprü rolünü üstlenen Doğu Türkistan, bu bölgelerden Çin’e enerji aktarılması için vazgeçilmez bölgedir. Bu da Körfez bölgesinden deniz yoluyla Çin’e enerji taşınmasında karşılaşabilecek stratejik tehditler (Hindistan kontrolündeki Hint Okyanusu, ABD kontrolündeki Pasifik Okyanusu ve Malaka Boğazı) ve zorlukların risklerini azaltmaktadır. Bu anlamda Doğu Türkistan, Çin’in ekonomik güvenliğini sağlayan önemli faktörlerden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Çin yetkililere göre, Doğu Türkistan ekonomik olmaktan ziyade stratejik öneme sahiptir.

Mançur İmparatorluğunun komutanı Zuo Zongtang’ın dediği gibi, Doğu Türkistan’ın kaybedilmesi Çin’in güvenliğinin tehdit altında kalması demektir. Doğu Türkistan ve Çin’i ayıran Xinxin Xia geçidi ve onun yanındaki büyük çöl jeostratejik konumundadır. Yani bağımsız bir Doğu Türkistan ve ya bir başka gücün Doğu Türkistan’da bulunması Çin’i tehdit edebilir. 19. yüzyılın Büyük Oyununun merkezi Doğu Türkistan olmuştur. Önce Rusya, İngiltere ve Çin bu bölge için mücadele etmişlerdir, sonra Japonya da oyuna iştirak etmiştir. Çin, Doğu Türkistan’ı kaybettiği takdirde hem Pekin’in Uluğ Türkistan ve Kafkasya’dan enerji aktarma yönündeki stratejik planı boşa gidecek, hem de ülke güvenliği tehdit altına girecektir. Bu bağlamda Doğu Türkistan Çin’in ulusal güvenliği için vazgeçilmez bir konumdadır.

Doğu Türkistan’ın Çin için vazgeçilmez olmasının stratejik ve ekonomik pek çok sebebi vardır. Üstelik Çin’in Doğu Türkistan’a duyduğu ilginin geçmişi bundan binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Tarih boyunca Türkistan toprakları sık sık Çin istilasına uğramış, bazen ülkenin tamamı bazen de topraklarının bir kısmı işgal altına girmiştir.

200 yıldan bu yana Doğu Türkistanlılar, bağımsız olmak için sürekli mücadele etmiş ve bağımsız devletler kurmalarına rağmen ( Yakup Bek Devleti, 1933 Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, 1944’teki Doğu Türkistan Cumhuriyeti) bu devletler kısa ömürlü olmuş nihaî başarı kazanamamışlardır. Çin hükümetleri tarih boyunca Doğu Türkistan’ın bağımsızlık faaliyetlerini şiddetle bastırmıştır. Bunların sebebi de bölgenin fevkalâde stratejik konumudur.

Çin için Doğu Türkistan’ı kaybetmek ülkeyi her yönüyle bozguna uğratmak demektir. Bu nedenle, Çin yönetimi bölgede meydana gelen herhangi bir başkaldırıya ağır cevap vermektedir. Ancak Soğuk Savaş sonrası Doğu Türkistanlıların akrabası olan Batı Türkistandaki Türk Cumhuriyetlerinin bağımsız olması, dünyanın yeni bir düzen arayışı ve ekonomi ile teknoloji alanındaki küreselleşme süreci Doğu Türkistanlılar için yeni bir fırsat yaratmıştır. Küreselleşme ile birlikte demokrasi, insan hakları ve çevrenin korunması gibi değerler, Doğu Türkistanlılar için yeni bir mücadele zemini hazırlamıştır. Doğu Türkistan sorunu artık Çin’in iç işi olmaktan çıkmış gözükmekte ve uluslar arası bir sorun haline dönüşmektedir.

Çin sömürgeciliğinin Tibeti İşgali

1949 yılındaki Çin’in sömürgeci Halk Ordusu adındaki ordularının işgali sırasında, Tibet kanunen ve hukuken özgür bir ülkeydi. Askeri darbe özerkliğe karşı bir öfke oluşturmuş oldu ve aynı zamanda bu, uluslararası hukukun ihlali anlamına geliyordu. Çin Tibet’in günümüzde, süregelen işgali uluslararası hukukun ve Tibetlilerin temel haklarından biri olan bağımsızlığının ihlalini simgelemektedir.Komünist Çin Hükümeti Tibet’i “sahiplenme” hakkı olduğunu iddia ediyor. Bu hakkın, temellerini 1949’daki askeri fetihten ya da Tibet uzerindeki “1959”‘dan beri süregelen etkin kontrolden aldığını iddia etmiyorlar. Aynı zamanda iddialarını 1951’de Tibet’e dayandırılan sözde “Tibet’in Barışçıl Özgürlüğü için 17 Maddeli Antlaşma” ya da dayandırmıyorlar. Çin iddiasına göre, “Çin’in kökeni, İlk Krallar ve Gurka Savaşları” başlıkları altında incelediğimiz gibi, tarihteki ilk ilişkiler Çin’in Mançu ve Moğol yöneticileriyle Tibetli Lamalara dayanıyor. Fakat her nasılsa, 1911-1951 yılları arasında Tibet’te Çin’in iddiasını destekleyen, Çin otoritesi ya da gücünü gösteren herhangi bir kanıt yok. Uluslararası Yargıç Komisyonu Yasal Soruşturma Komitesi’nin, Tibet’in yasal statüsü hakkında yaptığı araştırmalarda şu cümleler ortaya çıkmıştır: “Tibet, uluslararası hukukta belirtilmiş olan bir ülke olmanın gereklerini 1913 yılından 1956 yılına kadar olan dönem içerisinde yerine getirmiştir. 1950’de insanlar, toprak ve bu toprak parçası içinde, herhangi bir dış baskıdan uzak çalışan, sadece kendi işleriyle ilgilenen bir hükümet vardı. 1913 ve 1950 yılları arasında ise Tibet’in dış işleri özellikle Tibet Hükümeti tarafından yürütülmüştür. Tibet’in pratikte kendisine bağımsız bir ülke olarak davranan, ülkelerle olan dış ilişkileri de resmi dokümanlarda gösterilmişti.” [Tibet ve Çin Halk Cumhuriyeti,1960, sf. 5,6]

1912 ve 1951 YILLARI ARASINDA TİBET’İN STATÜSÜ

Tibet toprakları, 2.5 milyon kilometrekare kadar alan kaplayan jeolojik platosuyla uyum içindedir. Tarihte farklı zamanlarda bu topraklar üzerinde savaşlar oldu ve sınırların kesin çizgilerini belirlemek amacıyla antlaşmalar imzalandı. Çin işgali sırasında Tibet’in nüfusu yaklaşık 6 milyondu. Bu rakam uzun bir tarihi, zengin kültürü ve ruhani gelenekleri olan belli bir grup insanı, yani Tibetlileri, kapsıyordu. Çinlilerden ya da komşu uluslardan farklıydılar. Tibetlilerin kendilerini hiçbir zaman Çinli olarak düşünmedikleri gibi, Çinliler de Tibetlileri Çinli olarak saymamışlardır. (Bunun sonucu olarak, Çin yıllıklarında ”barbarlara” göndermeler yapılmıştır.)

Tibet Hükümeti’nin merkezi, aynı zamanda başkent de olan Lhasa’ydı. Ülkenin bir lideri (Dalay Lama), bakanlar kabinesi (Kashang), ulusal meclisi (Tsongdu) ve bu geniş toprakları idare etmek için kurulmuş olan bir bürokrasisi vardı. Yargı sistemi; Songsten Gampo (7. YY), Lama Changchub Gyaltsen (14. YY), 5. Dalay Lama (7. YY), ve 13. Dalay Lama (20. YY) tarafından geliştirilmiş ve hükümetin atadığı yargıçlar tarafından yürütülmüştür.

Tibet’in uluslararası ilşkileri komşularıyla sınırlıydı. Tibet; Nepal, Bhutan, Sikkim, Mongolistan, Çin ve Britanyalı Hindistan’la ve belli bir dereceye kadar da Rusya ve Japonya’yla diplomatik, ekonomik ve kültürel ilşkilerini sürdürmüştür. Tibet; bağımsız dış politikasını, açıkça, 2. Dünya Savaşı sırasında tarafsızlığını ilan ederek göstermiştir.

Japonya Stratejik Burama Yolu’nu kapadığında Çin; İngiltere ve ABD’nin, Çin’e Tibet üzerinden askeri yardım ulaştırma konusundaki yoğun baskısına rağmen, Tibet tarafsızlığını ilan etti.

Bugün Çin, ”hiçbir ülkenin Tibet’i tanımadığını” iddia ediyor. Fakat antlaşmalar, yapılan görüşmeler ve tabii ki Tibet’in diplomatik ilişkileri, başka devletler tarafından tanındığının mutlak kanıtıdır.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER MÜZAKERE SÜRECİ

1949 yıllarında Komünist Çin ordular Tibet’e akın etmeye başladığında, Tibet Hükümeti Çin ordularını durdurabilmek için Birleşmiş Milletler’den yardım talebinde bulundu. İngiltere ve Hindistan’ın tavsiye ettiği gibi, meclis daha büyük bir saldırıyı tetiklememek için Tibet’e herhangi bir yardımda bulunmadı.

Bu konu; 1959, 1960, 1961 ve 1965 yıllarında Toplanan Birleşmiş Milletler Meclisi’nde daha da açıklığa kavuştu. Birçok hükümet ”1950 yılındaki Çin işgalinde de Tibet herhangi bir ülkenin egemenliği altında değildi” , diyen ve Tibet’i ”bağımsız bir ulus” olarak kabul eden Filipin büyükelçisiyle benzer fikirler öne sürdü. Büyükelçi Çin işgalini de tarih boyunca meydana gelen ”emperyalizm ve sömürgeleşmenin en kötü biçimi” olarak tanımladı.

Nikaragualı temsilci de Çin’in Tibet’i işgalini kınadı ve şöyle ekledi: ”Amerikalılar özgür doğdular ve şüphesiz ki özgürlüğü böylesine seven bir ulus öfkenin neden olduğu savaştan, özellikle de büyük bir ülkenin küçük ve güçsüz bir ülkeye açtığı savaştan, hiç ama hiç hoşlanmayacaktı. Aynı şekilde ABD Hükümeti de Çin’i kınadı ve Çin ”öfkesini” ve Tibet ”işgalini” geçersiz kıldı.

EGEMENLİĞE GİDEN YOLDA TİBET’İN TANINMASI

1992 yılında, kanıt bulmak ve egemenlik üzerinde tartışmak için Strasburg’ta bir haftalığına toplanmış olan Daimi Halk Meclisi, Tibetlilerin ulus olmak için ”hür iradeye sahip olma” kriterine uyduğunu ortaya koydu. Ve meclis Tibet toprakları üzerindeki Çin yönetimini Tibet halkının ”yabancı güçlerin egemenliği altına girmesi” olarak değerlendirdi.

Bundan birkaç hafta sonra da farklı bir konferansta; Avrupa, Afrika, Asya ve Amerika’dan gelen tanınmış birçok uluslararası avukat, Tibet halkının egemenliği günlük hayatta uygulamaya geçirmesiyle ilgili konuları Londra’da görüşmek üzere buluştu. Çin Hükümeti’nden gelen ”beyaz kağıt”ı da içeren kanıtlar üzerinde düşünüldükten sonra, konferans katılımcıları, yazılı olmak üzere şu sonuçlara vardı:

1) Uluslararası hukuka göre Tibetliler kendi kararlarını kendileri verebilir. Bu hak ”Tibetlilere aittir” ve ”Çin Halk Cumhuriyeti Tibet’i kendi amaçları için hiçbir şekilde alet edemez ya da herhangi bir ülke ya da bir ulus Tibet’in egemenlik haklarını ellerinden alamaz.

2)1949-1950’deki askeri harekattan beri, Tibet, Çin Halk Cumhuriyeti’nin denetimi ve yönetimi altındadır ve koloniye ait ezici yönetimin karakteristik özellikleriyle yönetilir.

3)Tibet’in uzun tarihi ve ayrı varlığı göz önüne alındığında,ülkenin içinde bulunduğu özel durum, Tibetlilerin bağımsızlığı da içeren egemenlik isteği, ülkelerin ulusal birlik ve bütünlük prensipleriyle uyum içindedir. [Uluslararası Avukatlar Konferansı Maddesi, Tibet-Londra 1993, Londra, 10 Ocak 1993, sf.6-8]

Çin Hükümeti ise her iki toplantıya da davet edilmiş olmasına rağmen hiçbirine katılmadı.

KAYNAK : Ursad.org

 

Etiketler: » » » » » » » »
Share
3111 Kez Görüntülendi.