Son Dakika
BİZ, UYGURLAR,MİLLİ KİMLİĞİMİZİ 250 YILDIR.İSLAM İNANCIMIZ SAYESİNDE KORUDUK VE YOK OLMADAN BUGÜNLERE KADAR GELEBİLDİK. EĞER MÜSLÜMAN OLMASA İDİK, ÇİN TAHAKKÜMÜ ALTINDAKİ DİĞER MİLLETLER GİBİ BİZ UYGURLARI DA ASİMİLE EDEREK YOK ETMİŞ OLURDU. MÜSLÜMAN OLDUĞUMUZ İÇİN ÇOK ŞÜKRETMELİYİZ. ÖRKEŞ DEVLETİ
( Çin Öğrenci Hareketinin Uygur Türkü Liderinin 28 Ekim 1989’da Paris’te Türkiye Gazetesine verdiği söyleşi ve Sürmanşet Haberi)
Yucel-Tanay (Gazeteci-Yazar)
İslami Tarikatlar ve akımlar Batı Türkistan ve Kuzey Kafkasya’daki Rus yayılmacılığı ve sömürgeciliğine karşı direnişler ve Milli Bağımsızlık Hareketlerinde çok büyük ve önemli roller oynamışlardır. Geçmişi 10.yüzyıla kadar dayanan Doğu Türkistan’daki bu islamı akım ve tarikatlar de aynı Türkistan ve Kafkasya Müslümanları gibi,Doğu Türkistan coğrafyalarda yaşayan Uygur Türkleri başta olmak üzere bütün Müslüman halklara manevi güç, işgalcılara karşı bir savunma seddi , kendilerine dönmeleri için daima moral ve dayanak olmuşlardır. Bu tarikatlar İslam’a ve Müslümanlara karşı hizmeti varlık sebepleri olarak kabul etmişlerdir. Tarikatlar ve islamı akımlar İslama ve Müslüman Halka hizmet amacından sapmadan, sosyal ve siyasi müdahalelerden kendilerini ve gerçek amaçlarını koruyabildiklerinde ise, müslüman halkı örgütleyerek bu kurtuluş haraketlerine öncülük ve Liderlik etmişler ve Türkistan ve Kafkas coğrafyalarının kurtuluşlarını temin etmişlerdir.
Kuzey Kafkasyada Müridizm hareketi nasıl Rus sömürgeciliğine karşı bağımsızlık ayaklanmalarını örgütlemişse, Doğu Türkistandaki Çin emperyalizmine karşı ayaklanmalarda Sufi tarikatların büyük etkisi vardır. Kalabalık Çin nüfusuna karşı Uygurların milli kimliklerini korumalarının ardında yatan neden islama olan bağlılıklarıdır. Doğu Türkistanda (1865-1877 yıllarında hüküm süren Kaşgar İslam Emirliğinin Emiri Yakup Bey 17. yüzyıldan beri Doğu Türkistan’ı yöneten prestijli Nakşibendî ailesi mensubu Buzurk Hoca’yı iktidardan uzaklaştırmasına rağmen Doğu Türkistan’da Sufilik güçlüydü. Yakup Bey, kendisinden iki asır önce yaşamış olan Nakşibendî tarikatının kurucusu, ülkesinin başkenti Kaşgar’ın en önemli dini rehberi olan Afak Hoca’nın hatırasına çok saygı duyardı.
Yakup Bey aynı zamanda bir çok türbenin restorasyonu ve genişletilmesini emretti ki bunların arasında en ünlüleri Bibi Meryem, Ordam Padişah ve ilk Karahanlı Müslüman Türk Hükümdarı Abdulkerim Satuk Buğra Han türbeleriydi. Doğu Türkistan, 1949 yılındaki Komünist Çin işgaline kadar Hac yolları ağıyla Hindistan ve Osmanlı’ya bağlanıyordu ve bu yollar üzerinde birçok Süfi dergahları bulunuyordu. Süfi Kardeşliği bu yollar vasıtasıyla iktisadi, kültürel ve diplomatik ilişkilerde kayda değer rol oynamıştır. Mesala Türk Halveti ve Nakşibendî Süfi kuruluşları Osmanlı’nın Kaşgar’a yaptığı askeri desteğin sağlanması konusunda yardımcı olmuşlardır.
Yakup Bey’in öldürülmesi ve Çin’in Kaşgar’ı tekrar ele geçirmesini takip eden onlarca yılda birçok Süfi’nin öldürüldüğü veya sınır dışı edildiği ve türbelerin yerle bir edildiğini öğrenmekteyiz.
20. yüzyılın başlarında Doğu Türkistanlı Müslüman Türklerin siyasi hedefi Çin egemenliğinden kurtulmak ve vahalarda şer’i hukuku yegane hukuk olarak yürürlüğe koymak olmuştur. Bir çok dini şahsiyet (Ahund) hatta Süfiler kısa ömürlü ve Şeriata dayanan bağımsız devletlerin kurulmasını sağlayan ayaklanmalara önderlik etmişlerdir. Bunun yanında 20. yüzyılın başlarında Basmacılar ayaklanmasının Sovyetlere yenik düşmesiyle Sovyetlerin dini zulümlerinden kurtulmak için Sovyet işgalinideki Batı Türkistan’dan (Fergana Bölgesinden) Doğu Türkistan’a kaçan ve genellikle Nakşibendî olan Özbek şeyhlerle Elit Süfilik yeniden canlanmıştır.
Doğu Türkistanda Sufi Tarikatlarını incelersek Nakşi bendi tarikatının Çeşitli kulları ortaya çıkar. Bunlar ise, Nakşibendiyye Hafiyye / Nakşibendiyye Tâkibiyye’dir.
“Medrese-temelli Nakşibendîye” silsilesinin kurucusu Basmacılar ayaklanmasının 1926’daki başarısızlığından sonra Fergana’dan kaçan Namanganlı Şeyh Kameruddin (ö.1938)’dir. Nakşibendîye’nin tanzimcisi ve Mucahidin-i Nakşibendî’nin kurucusu olan Hindistanlı Ahmet Serhendî’nin izindeki Şeyh Kameruddin, Nakşibendiyye-Hafiyye’nin Orta Asya’daki temsilcisiydi. Kameruddin’in Süfilik silsilesinin ismi Nakşibendiyye-Tâ-kibiyye idi. Takibiyye, bilinmeyen bir tarihte Uş’ta ölen Kameruddin’in babası Salahattin-i Takib’in lakabından gelmektedir. Kameruddin 5 yıl Kargalık vahasında bulunduktan sonra öldüğü yer olan Yarkent çevresine daimî yerleşti. Bu Süfi şahsiyet, ruhani bir önder veya reis ve aynı zamanda, sosyal ve siyasi danışman olarak çalışmakla Şeyhin siyasi boyutuna bir örnek teşkil ediyordu. Zira O, 1938’de Müslümanların Tungan/Hui’lere (Çinli Müslümanlar) karşı ayaklandığı dönemde Kargalık’a temsilci olarak atanmıştı. Daha sonra Kameruddin hapse atıldı ve öldüğü yer olan Çin’e sürüldü. Onun yerini takipçilerinden biri olan Şeyh Eyyüp Kâri (Ziyauddin el-Yarkendi) (ö.1952, Yarkent) devraldı ve Nakşibendiyye-Tâkibiyye’ye Cumhuriyet devrinin son döneminde başkanlık ederek ağını bütün Doğu Türkistan’da sağlamlaştırdı. Eyyüp Kârî, Cumhuriyet rejiminin sonuda ve Komünist Doğu Türkistan’ın ilk yıllarında Nakşibendi Süfîleri üzerine en güçlü etkiyi bırakan şeyhtir. 1945’te Yarkent’te “Chong Medrese” (Büyük Medrese) adıyla özel bir medrese kurdu, ki bu medrese, Doğu Türkistan’da Nakşibendiyye-Hafiyye’nin kaynağı oldu.
“Dergah-temelli Nakşibendîye” veya Nakşibendiyye-Cehriyye gibi Doğu Türkistan’daki kollarından ayrılan Nakşibendîyyenin özelliklerine ilişkin olarak, Kalenderler ve Evliya muhabbeti gibi diğer hareketlerin üstünde olduğu, Nakşîbend-i Tâkibiyye şeyhlerinin genellikle medresede eğitim gördüğü ve daha da önemlisi, bu şeyhlerin medrese ve dergahlara sistematik bir şekilde katıldıklarının belirtilmesi gerekir. “Kurlık”, “avamî” Süfilikten ayırmak için bir “elit Süfilik”i temsil etmişlerdir ve bu daha sonra İşanizm olarak adlandırılmıştır. Özellikle bu kolun önde gelen şeyhleri Hindistan’daki Deoband’ın medreselerinde eğitim gördüler. Nakşibendiyye-Takibiyye’nin takipçileri geçmişte ve günümüzde her türlü Süfilik çalışmasına karşıdırlar. Onlar Deobandi Süfileri gibi an’anevilîğine çok yakın, çok katı bir tasavvufun savunucularıdırlar, ancak Vehabiliğe şiddetle karşıdırlar. Chong Medresesi, 1972’de Çinliler tarafından kapatılıncaya kadar Süfiler yetiştirmeyi sürdürdü, ancak Nakibendiyye-Takibiyye Gülçe, Urumçi ve Turfan olmak üzere bütün Doğu Türkistan’a yayılmıştır. Eyyüp Kârî 1941’de Nakşibendiyye-Takibiyye’nin çalışmalarının içeriği hakkında bilgi veren ve bu kolun ayrıntılı silsilesini gösteren bir el kitabı yayınladı.
Kitap, Eyyüp Kârî’nin yerine gelen bu silsilenin büyükleri tarafından yeniden yazılmış, güncellenmiş silsile şemasıyla beraber iki veya üç defa basılmıştır. Doğu Türkistan’ın en büyük Süfi şeyhi Eyyüp Kârî istisnai bir karizmaya sahipti ve tarihten öğrendiğimize göre Süfî şeyhler Aksu gibi uzak vahalardan, Yarkent’e onu ziyaret etmek ve yanında bulunmak için gelmişlerdir. Eyyüp Kârî’nin çalışmalarını yakından takip eden Çin hükümeti, 1945’te O’nun bazı ziyaretçilerini tutukladı.
Çin kaynaklarına göre, 1950’de Eyyüp Kârî ve izindekiler diğer şeyh ve İşanlarla birleşerek Doğu Türkistan’a giren orduya karşı koydular. (7) Eyyüp Kârî bir yıl için ortadan kayboldu ve 1951 veya 1952’de esrarengiz bir biçimde öldü. Halefi olan Musa Han (ö.1960) da yeni Komünist rejime karşı başarısız bir savaş verdi. Çong Medresesi 1957’de kapatıldı ve 1960’da kısmen yok edildi. Günümüzde sadece camii varlığını sürdürmektedir.
Bunun üzerine Nakşîbendiyye-Tâkibiyye yer altında çalışmayı veya geleneklerini korumak için yeni rejimle uzlaşmayı benimsedi. Süfî emirlerinin büyük çoğunluğunun uyduğu verasetin tersine Nakşîbendiyye-Tâkibiyye şeyhlerinin ölümünden sonra yerlerine, sistematik olarak onların çocukları geçmiyordu. Bu soyun son ünlü Şeyhi, 1987’de ölen Turfanlı Şahi Merdan idi. Bu yazı yazıldığı sırada, tarikat babası öldüğünde henüz bir çocuk olan Eyyüp Kâri’nin oğlu Musa Han (ö. 1960) tarafından yönetiliyordu. Bütün Doğu Türkistan’da Nakşîbendiyye-Tâkibiyye’nin bir çok müridi var. .
Büyük Tungan şeyhi, 2001’de kaza sonucu ölen Yusuf Halife’ydi. Eyyüp Kârî’nin el kitabı müritler arasında dolaşmaktadır ve geçenlerde Çağataycadan Arapçaya Nakşîbendiyye-Tâkibiyye’nin Doğu Türkistan’daki diğer bütün Süfî soylarının aksine Uygur Müslümanları bir araya getirme konusunda başarılı olması işaret edilmeye değer bir olgudur.
Nakşîbendiyye-Cehriyye
Doğu Türkistan’daki ikinci büyük Süfî soyu Fergana’daki Nakşîbendiyye-Cehriyye’den doğmuştur. İlk başta Kaşgar ve Yarkent’te yerleşmiş üç dalı içerir. Zamanla iki dal, bu şehirden kuzeydeki Hotan ve Urumçi vahalarına yayılmıştır. Doğu Türkistan’ın Nakşîbendiyye-Cehriyye’sinin üç dalının kökenlerini dayandırdıkları, Semerkant’ta üslenen ve Nakşibendiyye Mücahidiyyenin Hüseyniyye dalının başı olan Halife Muhammed Hüseyin’in (ö. 1833-1834) öğrencisi ünlü Ferganalı Sufi Namanganlı Mecdub Namangani’dir (19. yüzyılın başlarında öldü).9 Bu üç dalın özellikleri şunlardır: Şeyhlerin haleflerinin tayininde verasete riayet, sesli zikr (cehrî) üzerine ve vecd içinde dans etmeye yapılan vurgu ve medreseden daha çok dergâh yolunun tercih edilmesi.10 Ayrıca bu soylardan bazıları kendilerini Kâdirî olarak takdim ederler. Kâdirilik, kurucusu Ahmet Sirhindi’nin zamanından beri, Nakşîbendiyye-Mücâhidiyye ile tarihsel olarak bütünleşmiş bir tarikattır.
Nakşîbendiyye-Cehriyye’nin ilk iki dalı, 19. yüzyılın başında, Kaşgar ve Yarkent’te, sonuncusu ise 20. yüzyılın ilk onyıllarında Yarkent’te kurulmuştu. Birinci çizgi Kaşgar’da, Namangan’dan göçen İgişi İşan (1812’de Kaşgar’da öldü) tarafından tanıtıldı. İgişi İşan, Mecdub Namangani’nin müridi idi. Fakat onun hakkında hiçbirşey bilmiyoruz. Onun oğlu Tahir Han Hoca (1947’de öldü) Kaşgar’da doğdu. On yıl Buhara’da bir medresede öğrenim gördü ve daha sonra Kaşgar’a geri döndü. Kaşgar’da Türkler, Tacikler, Tunganlar gibi çeşitli Müslüman etnik cemaatlerden çok sayıda üye alan bir dergâh kurdu. Müritlerinden biri 1937’de Urumçi’ye bir tarikat getirdi. Bu günlerde, Kâdiri bir grup olarak tasvir edilmektedirler. Tahir Han’dan sonra, günümüze kadar O’nun halefleri olarak oğlu ve torunu gelmişlerdir. 1952-1988 arası dergâh, otoritelerce kapatıldı ve bütün ayinler durduruldu. Bu dalın hatırası, Tahir Han Hoca’nın torunu Akhuncan İşan’ın Şubat 2000’de 56 yaşındayken ölümünden sonra, yok oldu. Çünkü Akhuncan İşan’ın kendi oğulları babalarının manevi mirasına karşı tamamen ilgisizlerdi.
Nakşibend-i Cehriyye’nin ikinci dalı, Yarkent’te Molla Niyaz İşan (ö. 1889, Yarkent) isimli bir Yarkentli Uygur tarafından başlatıldı. Molla Niyaz İşan, Mecdub Namanganî tarafından Nakşibendî tarikatına kabul edilmek için Nemengan’a gitti. Daha sonra, Emir Yakup Bey Yarkent’e döndü. Dahası, sözlü geleneğe göre, Molla Niyaz İşan’ın babası, Hoca Niyaz İşan, kökenini Nakşîbendilerce yönetilen Hoca Hanedanı’nın kurucusu Âfak Hoca’ya (16. yy.) bağlıyordu. 19-20. yüzyıllarda, bir Fergani Sufi silsilesiyle, geleneksel Doğu Türkistan’ın Sufi silsilesinin birbirlerine dolanması nadir bir durumdur. Molla Niyaz İşan’ın damadı Hasta (ölümü. 1907, Yarkent) Divan’ı olan ünlü bir şairdi.11 Bu dalın son şeyhi olan Tukşun İşan, 1997’de öldü ve oğlu onun halefi oldu. Bu silsilenin Yarkent’teki dergâhı Doğu Türkistan’da muhafaza edilmiş ender tarihi Süfi binalarından biridir; vecd içinde dans etmek için geniş bir odası vardır.
Fergani Nakşîbendiyye-Cehriyye’nin üçüncü kolu, Yarkent’te, Basmacıların Sovyetler tarafından 1928’de yenilmesinden sonra Fergana’daki Andican’dan kaçan Abdullah [d. 1904. (Andican); ö. 1978 (Yarkent)] tarafından tebliğ edildi. Yerine geçen oğlu Ubaydullah (ö.1993) Cumhuriyet rejimi sırasında Nakşîbendiyye-Cehriyye’nin Doğu Türkistan’daki daha çok temsilci şeyhi konumundaydı. O, Nakşîbendiyye-Cehriyye, edep, ahlak, İslam hukukunun bazı konuları ve Uygur tıbbı üzerine birçok kitap yazdı.12 Bu kitapların hiçbiri yayınlanmadı. Ancak üyelere el altından dağıtıldı. Ubeydullah’ın Eyyüp Kârî’den sonra takipçilerine Süfilik el kitabı dağıtan 20. yüzyıldaki ikinci Doğu Türkistan Süfisi olduğu belirtilmesi gereken bir husustur.
Abdullah ve Ubeydullah tarafından kurulan dergah şebekesi özellikle Hotan’da olmak üzere bütün Doğu Türkistan’a yayıldı. Bu yazı yazıldığı sırada tarikat Ubeydullah’ın oğlu, Hidayetullah Han tarafından yönetilmekteydi.
Çin Cumhuriyeti ve sonra Komünist Çin zamanında önde gelen şeyhler olan çağdaş Uygur Süfi şeyhlerine sorulduğunda, kaçınılmaz surette, Doğu Türkistan’a gelmelerinden 60 yıl geçmiş olmasına rağmen, Ferganalı şeyhler ve haleflerinin isimlerinden söz etmeleri gerçekten şaşırtıcıdır. Temeli bu şeyhlerden biri tarafından atılmış olan “Dergah-temelli Nakşibendîyye”, , türbe kültünü ve diğer popüler gelenekleri reddeden “medrese-temelli Nakşîbendi”ye (Nakşîbendiyye-Tâkibiyye’ye) göre avamî İslam ve Doğu Türkistan’daki geleneksel Süfiliğin pratiklerine daha yakındı.
Nakşîbendiyye-Tâkibiyye’nin sertliğinin nedeninin iki açıklaması vardır. Birincisi Nakşîbendiyye-Tâkibiyye, oldukça ortodoks olan Nakşibendi Mucahidiyye’nin Süfi geleneğine bağlıydı ve Hindistan Nakşibendiyye’sinin başta temel kitabı olan, Serhendi’nin kitabı Mektubat’a çok saygılıydılar. İkincisi, Nakşîbendiyye-Tâkibiyye açıkça Deobandi reformizminin nüfuzu altındaydı. Bu nedenledir ki halis ve ortodoks bir Süfilik temsil etmek için Nakşîbendiyye-Cehriyye’nin taraftarlarını hiçbir zaman tanımadılar ve onlarla bağlantı kurmaktan kaçındılar. Özellikle anlaşmazlık konularından biri de zikrin uygulama biçimi olmuştur.
Çiştiyye Tarikatı
Elimizde hakkında çok az bilgi bulunan bir başka silsile de Doğu Türkistan’da var olan Hindistan Çiştiyye’sidir. 19. yüzyılda Afganistan’dan veya Hindistan’dan gelerek Doğu Türkistan’da Abdurrahman isimli biri tarafından tebliğ edilen Çiştiyye, günümüzde büyük olasılıkla Doğu Türkistan’ın güneyinde özellikle Hotan ve Yarkent’te bazı Hintli ve Afganlı ticari cemiyetlerin varlığı nedeniyle Hotan vahalarındaki köylerde görülmektedir. Son Çişti şeyhi Cemalettin (ö.1996) Abdurrahman’ın dördüncü torunuydu. Hotan vahalarındaki Çiştilerin vurmalı ve üflemeli müzik aleti eşliğinde kendinden geçiren danslar yaptıkları bilinmektedir.
Aşırı Marksist olan Sovyet Türkistan siyasetinde olduğu gibi Süfi Kardeşliği Evliya sevgisi ve özellikle türbe ziyareti ile ilgili Çin siyaseti de aşağıda göreceğimiz üzere hiç yürümemiştir. Evliya türbeleri kesin olarak kapatılmamış ancak bunlara müsamaha gösterilmiştir. Ayrıca bazı Süfîler eziyete tabi tutulurken bazıları için de tam tersi bir durum söz konusuydu. Çin, din ile ilgili Marksist ilkelerin uygulamasından ziyade ülkenin siyasi birliği ve Çin nüfusunun güvenliği konusunda endişe duymaktadır. Durum böyle olmasaydı türbe ziyareti ve Süfi silsilelerinin durumu bugün karşılaştığımızdan daha kötü olurdu. Süfilere yönelik Çin politikası siyasi duruma bağlı olup Müslümanların rejime isyan ettiği noktalarda daha çok sertleşmektedir. Bununla birlikte mollalar, Süfiler, İşanlar ve bütün dini şahsiyetler hükümetin yakın gözetimi altındadır. Yukarıda açıkladığımız Süfi silsileleriyle ilgili devlet politikası açıkça daha az güçlü olan Nakşîbendiyye-Cehriyye silsilesine oranla büyük olasılıkla Eyyüp Kârî’nin 1950’de Çin’e karşı gelmesi ve Türk ve Çinli Müslümanlar arasındaki şebekesinin güçlü olması nedeniyle Nakşîbendiyye-Tâkibiyye’ye yönelik olarak açık bir biçimde daha sert olmaktadır. 1976’dan sonra Süfiliğe genel bir hoşgörü, Yarkent’teki bazı Nakşîbendiyye-Cehriyye gruplarına haftalık zikr ve dans törenleri için izin vermektedir. Gerçi izinsiz gruplar gizlice bir araya gelmeye devam etmişlerdir. Bunun yanında başka bazı vahalarda olduğu gibi Hotan’da iyi temsil edilen “Vehabiler” bütün Süfîler tarafından cahil ve kendi dinini bozanlar olarak nitelendirilmekte ve bunlara şiddetle karşı çıkılmaktadır. Süfilik ve özellikle Hoca Nakşibendi Hanedanı, Uygur münevverleri veya aydınları denilmeli ve hükümet çevrelerinden yükselen din karşıtı propagandaların ilgi odağı halindedirler. Eleştirilerin temeli sadece Marksist ilkelerinin uygulanmasıyla sınırlı olmayıp, Evliya sevgisini cemiyetçilik, Süfîleri sapkın kabul eden Müslüman reformizminden de ilham almaktadır. Hoca Hanedanı asırlar boyu halka eziyet eden feodal bir devlet olarak görülmektedir. Hanedanın kurucusu olan Âfâk Hoca, Hocaların İslam kurallarına riayetkâr ispat etmek ve Süfiliğin sapkınlık olduğunu göstermek için çabalayan Uygur münevverlerin veya aydınları denilmeli ele aldığı bir çok makale ve kitabın hedefiydi. Aynı zamanda Hocalar, uyuşturucu kullanıcısı ve propagandacıları olarak gösterilmektedir.
Son olarak, Kalender ve Hocalara yöneltilen; dünyadan vazgeçmek anlamına gelen ve İslam’a zıttır şeklinde değerlendirilen “terk-i dünya” doktrininin insanları dinsizleştirdiği eleştirisi ve tasavvufa yöneltilen eleştiriler belirtilmesi gereken konulardır. Propaganda sadece tarihi değil, Hocaların mirasçıları ve türbeye saygı gösterenlerin varisi bildikleri günümüz Süfilerini (şeyh, işan, hoca, buvim) de ilgilendirmektedir.
Tarih bize en azından 11. yüzyıldan beri Batı Türkistanda olduğu gibi Doğu Türkistan’da da dervişlerin (Kalender, abdal veya divâne) yaygın olduğunu göstermektedir. 20. yüzyılın ilk kısmında mahalli gazetelerde Kalenderler hırsız ve vurguncu olarak tanıtılmaktaydılar. Buna göre bekar yaşayan bu Kalenderler, gruplar halinde seyahat ediyorlar ve köylerde veya türbelerde dualar okuyarak dileniyorlardı. Örneğin Yarkent’te o kadar güçlüydüler ki “düzenli kurum” olarak nitelendirilmekteydiler. Kalenderler, sözlü zikr ve dans ederler. Ayrıca Ahmet Yesevi’nin şiir kitabının (Divan-ı Hikmet) da okuyucularıdır. Maoist devriminden sonra gittikçe azalmışlardır. Ancak günümüzde ve Yarkent’teki Çiltanlirim türbelerinde, evlenmeyen ve Kalenderlere has uzun saçları olan bazı gezgin dilenciler dolanmakta ve ziyaretçiler için dua okumaktadırlar. Bunlar ya yeni sosyal ve politik duruma kendini adapte etmiş Kalenderiyye’nin bir devamı ya da Kalender inanç ve tutumlarından etkilenen Uygur dilencilerinin yeni bir eğilimi olmalıdır. Bu dilenciler/dervişler kendilerine Kalender değil de aslında Uygur dilinde “hayatını türbelerin çevresinde geçiren, dünyayı terk eden ve uzun saçları olan gezer derviş” anlamındaki aşık (seven) ismini vermektedirler. 19. yüzyıldaki Rus Türkistanı’ndaki Kalenderler gibi bu aşıklardan bazıları Bahaüddin-i Nakşîbend’i ruhani önder olarak tanımaktadırlar. Bu aşıklar aynı zamanda müzik çalıp dans ettikleri toplantılarıyla ünlüdürler. Günümüzde Kalenderiyye, 19. yüzyılın başlarındaki yerel dergilerin yazdığı eleştirileri yansıtan Süfi karşıtı propagandası tarafından açıkça suçlanmaktadır. Süfi tasavvufu Kalenderiyye tarafından itiraf edilen meşhur “dünyadan vazgeçme” (terk-i dünya) kuralından ortaya çıkmış olarak sunulmaktadır ve Uygur ve Çin Komünistleri “dünyadan vazgeçme”nin anti-sosyal bir davranış olduğunu düşünmektedirler.
İşanlar -bu kelime aynı zamanda elit Süfîzme bağlı olan Şeyhler tarafından da unvan olarak kullanılır, genellikle Nakşîbendi, Süfi asıllı dini şahsiyetlerdirler. İşan kelimesi elit Süfiliğe mensup olan şeyhlerin bir unvanı olarak da kullanılmaktadır. Doğu Türkistan’da 1949’a kadar çok güçlü olan İşanlar bu tarihten itibaren her dini eğilim gibi gerilemişlerdir. Güçleri karizmatik kökenden gelmektedir veya sosyolojik bir dille, politik patron-müşteri ağlarına denk tutulabilir. Bu nedenle İşanlar bir siyasi lider ve bazı durumlarda savaş ağası oldular. Kargalık’ta yüzlerce takipçisiyle bir dergahı yöneten İşhan Atahullah, siyasetçi gibi davranan yerel temelli İşan aristokratlarının en çarpıcı örneğidir. Tanınmış bir kimse ve İslam temsilcisi olarak Müslümanların Kargalık ayaklanmasına katılmış ve diğer tanınmış kimselerle beraber sonradan Hotan Emirliği’ne ilhak edilen kısa ömürlü yerel, İslamî bir devlet kurmuştur.20 Din karşıtı propagandalarda İşanlar, Hocalara ve şimdiki nesillerine denk tutulmaktadırlar. Yukarıda da açıklık getirildiği gibi mürit toplamayı bırakıp siyasetten uzak durdukları için, devlet tarafından işkenceye tabi tutulmayan İşanlar da vardır. Fergana’dan gelen zengin (103 yıl yaşamış) bir İşan aile temsilcisi Mirza Sadrettin Bey’in durumu böyledir. Mirza Sadrettin Bey 20. yüzyılın başlarında Sovyetlerden kaçarak Yengisar’ın yakınına yerleşmiştir. Süfilik hakkında çok az bilgiye sahip olan Mirza Sadrettin Bey’in 1949’daki kadar olmasa bile hâlâ müritleri vardır. Bugünlerde Süfi merasimlerini sadece dini bayramlar olduğu vakit düzenlenmektedir. O, gücü yerel bölge ile sınırlı kalmayan ve geniş bir mürid ağına sahip olan ilginç bir İşan örneğidir. Babasının Yengisar’daki çiftliğinin yakınındaki aile mezarlığında bulunan türbesi hâlâ ziyaret edilmektedir.
Son olarak Nakşibendî-Cehri geleneğinden ilham almış olması gereken Mirza Sadrettin Bey’in silsilesine Tarika-i İslamiyye adı verilmektedir. Bu ismin sufi yolu için benzersiz ve duyulmamış olması İşanların ruhani esaslarının hatırasını kaybettiklerini göstermektedir.21 Tarika-i İslamiyye’nin Hotan’da bile üyeleri vardır ve günümüz Doğu Türkistan’ın dört geleneksel Süfî fırkasından biri olarak -diğerleri Nakşibendiyye-Hafiyye, Nakşîbendiyye -Cehriyye (veya Kâdiriyye-Nakşîbendiyye) ve Çiştiyye olmak üzere- çeşitli kollarda Süfîler tarafından listelenir.Büyük Türkistan’ın birçok yerinde olduğu gibi Doğu Türkistan’da da kutsal türbeler veya Onur-Grupları bulunmaktadır. Bu türbeler arasında en çok temsil edilenleri Hoca ve Şeyh türbeleridir. Birinci grup Türkmenistan’dan Kazakistan’a kadar yayılan ortak bir Süfi temelini paylaşan Hoca ailelerinin bir koluna mensupturlar. Hoca unvanı Arapçadaki Şerif veya Seyyid’e karşılık gelmektedir. Doğu Türkistan’daki bir Hoca cemaati olan ve Karakaş-Hotan mevkiindeki bir köyden adını alan (aynı zamanda Şahlık Hocası olarak da adlandırılır) İkizerik Hocaları, kökenini Süfî ataya dayandırır ve çarpıtılmış da olsa bazı tasavvufi tatbikatı sürdürür.22 Onlar Belh’ten Doğu Türkistan’a gelmiş olan Yusuf Hoca Mevlana Halfam’ın Kubrevi ataları olduğuna inanmaktadırlar. Yusuf Hoca Mevlana Halfam’ın anıt kabri Aksaray köyünde bulunmaktadır. İkizeriğin Hocası, grubun liderleri kabul edilen Yusuf Hoca’nın torunlarının isimlerini gösteren soy haritasına (Şecere) sahiptir ve bunlar günümüze kadar iyi bilinmektedir. Aslında Süfilik hatırası bu grupta muhafaza edilmiştir. Bunun sebebi, Süfilik törenlerinin (zikr, sohbet, tasavvufi şarkılar ve müzik) düzenlemesi hakkı kendilerine miras kalan Yusuf Hoca’nın erkek torunlarının grup liderleri olarak Hoca ve İşan unvanı taşıyan tek bir kolunun bulunmasıdır.
Sufizm Doğu Türkistanda İslam’ın önemli bir boyutudur.Türbeler önemli yer tutar Müslüman Türklerin on asır önce Budistlerle savaştıkları yerlerde, örneğin Kaşgar, Hotan gibi bölgelerde kayda değer türbe merkezleri bulunmaktadır. 20. asırda en çok saygı gösterilen anıt mezarlar Kaşgar’daki Afak Hoca, Yengisar yakınındaki Ordam Padişah, Turfan’daki Tüyüg Hâcem, Hotan yakınındaki Câfer-i Sâdık, Artuştaki (Kaşgar) Satuk Buğra Han ve Kuça’daki Mevlana Reşidddin Türbeleridir.
Yakup Bey’in emirliği sırasında Sufi önderlere saygı çok yüksekti. Türbeler muhafaza ediliyor ve genellikle İşan olan türbedarlara saygı gösteriliyordu. Dahası Yakup Bey gidilen şehirlerdeki türbeleri ziyaret edip, dua etmeyi bir kaide haline getirmişti.
Yakup Beyin Emirliğinin Çin tarafından yeniden fethinden sonra bazı türbeler tahrip edilmiş ziyaretlerden sorumlu İşanlar da sürülmüşlerdir. Bazı türbeler kutsallığını ve meşruluğunu sağlayan sembollerden yoksun bırakılmışlardır. Bunların arasında en merkezi olanı kutsal “sancak”tır (tuğ, âlem, şadda). Tam olarak bir sırığa takılan renkli bir bez parçasıdır ve Doğu Türkistan’da, Müslüman dünyasının geri kalan kısmında, hatta Batı Türkistan’da bile benzeri olmayan bir rol oynamaktadır. 1938’de Yarkent de bütün kutsal sancaklar din karşıtları tarafından hurafelere karşı başlatılan bir kampanya sırasında toplatıldı.
1990-1993 yılları arası ve 1997’den günümüze Türbe ziyaretleri. Ziyaretçilerin türbeleri ziyaret (tavaf) etmelerine, sancak (tuğ) dikmelerine ve kurban kesmeleri Çin işgal güçleri tarafından İzin verilmemektedir.. Birçok türbe yerle bir edilmiş, ayakta kalanlar bakımsız haldedir, restore edilmesine Çin sömürgeciliği izin vermemektedir.
Marksist Çin komünist propagandası Doğu Türkistana Müslüman Türkler arasında yaygın olan Sufizmi batıl inançla ilişkilendirip eleştirmiş mücadele etmiştir
Doğu Türkistan’da Batı Türkistan’da olduğu Sufizmin popüler bir parçası olarak kullanılan Sufizmin hastalıkları iyileştirici gücü olan Sufi müziği Doğu Türkistan’da resmi olarak yasaklanmıştır. Tehlikeli bir batıl inanç olarak betimlenmiştir.
Şunu unutmayalım, Doğu Türkistanda Uygur Türk kimliğinin kalabalık Çin nüfusu ve asimilasyonuna karşı direnmesindeki güç İslam ve Sufizmdir.Bunca Çin saldırılarına karşın ayakta durmasının yegane nedenidir.
Yararlanılan Kaynaklar :
Kaynak : Ursad.org
Etiketler: Çin » Din » Dünya » Eğitim » Genel » Görüş Yorum » Makale Analiz » SiyasetBENZER HABERLER