Son Dakika
Ülke siyaseti anlamına gelen jeopolitik kelimesi, bir ülkenin konumundan dolayı kazandığı askerî, siyasi ve ekonomik önemini içerir. Başka bir değişle bir ülkenin savunma politikası ve savunma stratejisini, coğrafi faktörleri göz önüne alarak planlamaktır. Dünya coğrafyasının, coğrafi yapı ve evrensel değerlerle birlikte incelenmesi dünya, bölge ve ülke çapında güç ve politika araştırmasıdır.
Doç.Dr.Ahmet TOKSOY(Aydın A.Menderes Ün.öğretim üyesi)
Aslında jeopolitik, birçok konuda geliştirilecek politikaların bilimsel zeminini oluşturmaktadır. Gerek dünya çapında politikalar, gerek bölge politikaları ve gerekse ülke politikalarında tedbir, hareket tarzı üretilmesi ve sistemli bir fikir üretilmesi için jeopolitikten faydalanılmaktadır. Jeopolitik, dünyaya bir bütün olarak bakma imkânı verdiği gibi bölgenin ve milletin de bu durumdan etkilenme olayını ortaya çıkarmaktadır.
Jeopolitik, bir bilim olarak 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılın başlarında gelişmeye başladı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bazı ülkelerde üniversitelerin siyasi bilimler bölümünde jeopolitik kürsüleri kuruldu. Türkiye’de ise II. Dünya Savaşı’ndan sonra Harp Akademilerinin programlarına önce konferans sonra da ders olarak konuldu. Özellikle ulaştırmanın küçüldüğü dünyada, bölge politikalarını dünya politikalarının dışında düşünmek mümkün değildir. Yine millî politikaları da dünya ve bölge politikalarının dışında düşünmek mümkün değildir. Kısaca bölge politikası dünya politikasından kopuk olamayacağı gibi millî politika da bölge ve dünya politikasından kopuk olamaz.
Politikanın genel anlamda iki dayanağı vardır. Bunlar güç ve hedeftir. Bu nedenle ülke meseleleri üzerinde alınan kararlar, geniş kapsamlı bir jeopolitik değerlendirmeye dayandırılması gereklidir. Jeopolitik değerlendirme yapılmadan dış politikada güvenlik alanında planlama yapılırken her zaman hataya düşülebilir. Jeopolitik geleceğe ait hükümler çıkarmak zorundadır. Bu hükümlerin çıkarılabilmesi için coğrafyanın yanında başka bilim dallarından da faydalanmak zorundayızdır.
Jeopolitiğin genel anlamda üç unsuru vardır. Mekân, kuvvet ve zaman, bu üç unsuru oluşturmaktadır. Ayrıca jeopolitiğin coğrafyaya dayanan değişmeyen unsurları ve beşeri konulara dayanan değişen unsurları vardır. Coğrafyaya dayanıp değişmeyen unsurlar şu şekilde sıralanabilir. Coğrafi konum, sınırlar ve coğrafi bütünlük, saha genişliği ve sahip olunan stratejik kaynaklar, coğrafi özellikler (ada devleti, kıta devleti vb.). Beşeri konulara dayanıp değişen unsurlar ise sosyal değerler, ekonomik değerler, politik değerler, askerî değerler, kültürel değerlerdir.
Devletlerin takip edecekleri politikalar kendi coğrafyaları içinde saklıdır. Çeşitli ülkelerde yönetim şekilleri büyük değişikliklere uğradığı hâlde dış politikaları değişmemektedir. Çünkü bu durum o ülkenin coğrafyasının değişmemesiyle ilgilidir. Bir noktada değişmeyen unsurlar ile değişen unsurlar birbirlerini etkiler veya birbirini etkileyerek şekillendirir ve sonuçta bir bütünü oluştururlar. Bu bütün ise ilgili ülkenin politikasını yönlendiren millî gücüdür. Değişen unsurlardan her biri bir diğeri için vazgeçilmezdir. Örneğin sosyal gücün değeri ekonomik, politik ve askeri gücün değerini belirler. Milletlerin güçlerinin nereden kaynaklandığının tespit edilebilmesi için toplu bir jeopolitik değerlendirme yapması gerekir.
20. yüzyılda cereyan eden büyük olay ve gelişmelerin değerlendirilmesi jeopolitik teorilerin dikkate alınması ile mümkün olabilir. Günümüzdeki Türk dünyası gerçeği jeopolitik teorilerle daha yakından ilgilenmemizi gerekmektedir. Jeopolitik teoriler İki başlık altında toplanır. Kuvvete dayalı ve coğrafyaya dayalı teoriler. Kuvvete dayalı teoriler deniz hâkimiyet ve hava hâkimiyet teorileri, coğrafyaya dayanan teoriler ise kara hâkimiyet teorisi ve kenar kuşak teorisidir.
Kara hâkimiyet teorisi Rusya coğrafyasının Avrupa bölümüne hâkim olan orta Asya’yı kapsayan merkez bölgesine, merkez bölgesine hâkim olan da dünya adasına (Asya, Avrupa-Afrika) hâkim olabilir. Dünya adasına hâkim olan dünyaya hâkim olabilir. Kenar kuşak teorisinde ise merkez bölgesine değil onu çevreleyen kuşağa hâkim olan dünya adasına sonra dünyaya hâkim olabilir. Bu durumda kenar kuşak olan; Avrupa, Türkiye, İran, Hindistan, Çin ve Kore’dir. Teoriler ortaya kondukları tarihten günümüze kadar dünya siyasi yapısına uygunluk gösterdikleri için önem taşımaktadırlar. Özellikle II. Dünya Savaşı içinde ve bu savaştan sonra uygulanmış ve devlet politikalarını etkilemişlerdir.
Zaman zaman güç merkezleri dünyada el ve yer değiştirmektedir. Tarihin çeşitli devirlerinde önemli güç merkezleri Asya, Avrupa ve Orta Doğu’da olmuştur. İşte bu durumda jeopolitik değerlendirmeler yapılırken sadece fiziki coğrafyaya göre değil, her dönemde değişik coğrafyalarda oluşan evrensel düzeydeki güç merkezlerinin de dikkate alınması gerekmektedir. Unutulmaması gereken dünya politikasını jeopolitik teorilerden daha çok, yaşanılan dönemde dünya üzerinde kendisini kabul ettirmiş olan evrensel güçler yönlendirir ve etkiler. İşte bu sebepledir ki günün kaçınılmazları olan güçlerin genel politika üzerindeki etkileri jeopolitik teorilerden daha fazladır.
Kurulmakta olan yeni dünyalarda yapılacak olan değişikliklerin ve gelişmelerin önceden tespit edilmesi gereklidir. Bu tespiti doğru olarak yapabilmek için jeopolitik veriler değerlendirilmelidir. Her ülke az veya çok çeşitli alanlardan tehdit altındadır. Türkiye’nin de varlığına ve güvenliğine yönelik tehditler mevcuttur. Ülke bütünlüğüne, ülke coğrafyasına yönelik bir tehdit yalnızca askeri unsuru değil politik, sosyal ve ekonomik unsurları da kullanabilir. Bir ülkenin ekonomik, sosyal ve politik değerleri, askerî gücü birer güç unsuru olmakla birlikte aynı zamanda dış güçler için tehdit hedefleridir.
Bir ülke veya ülke jeopolitiğinin değerlendirilmesi üç aşamada yapılır. Ülkenin coğrafi gücü, insan unsuruna dayanan sosyal, ekonomik, politik ve askeri gücü ve son olarak her ikisini ve bunlarla birlikte zamanı da dikkate alan toplu değerlendirmedir. Bu toplu değerlendirmede coğrafya bazı ülkeler için şanslı bazı ülkeler için şanssız ortamdadır. Türkiye’nin üzerinde kurulduğu coğrafya tarih boyunca önemini hiç kaybetmedi. Gelecekte de böyle olacaktır. Çünkü Türkiye, dünyanın en büyük kara parçasının dünya adasının merkez bölgesindedir.
Dünyada iki kıtada toprağı olan Türkiye, ayrıca üç kıtanın da birleşme noktası üzerindedir. Bir noktada Türkiye dünyanın en büyük kara parçası olan Asya, Avrupa ve Afrika’nın yani dünya adasının menteşesi durumundadır. Türkiye bu menteşe üzerine vurulan kilit, kilidi açan anahtar durumundadır. Bu coğrafya çok eski tarihlerden beri etkili bir şekilde kilit ve anahtar rolünü oynamıştır. Türklerin Anadolu’yu fethetmeleri asırlarca devam eden Haçlı seferleri dönemini başlattı. Bundan dolayı Batılılar başlangıçta Türkleri bir tehlike olarak görmüş, sonra Doğu’ya yönelik olan gelişmelerine karşı bir engel olarak değerlendirmiştir. Bu tehdidi ve engeli ortadan kaldırmak için uzun yıllar sürecek bir mücadele dönemi başladı.
Yapılan bu mücadelenin tarihî adını ilk kez Rusya koydu. Nihayet 19. yüzyıldan itibaren Türk engelini ortadan kaldırma politikasına “Şark Meselesi” adı verildi. Kısaca Viyana’dan dönüş Sakarya ile durdurulabilmiştir. Bu nedenle Sakarya yalnız Türk tarihinin değil dünya tarihinin de büyük dönüş ve doruk noktasıdır. Böylece Türk milletinin kaderi değişmiştir. Coğrafyamız üzerindeki her değişiklik ve gelişme tarihte olduğu gibi bu günde bütün bölge ve bütün dünya güçleri için çok etkin ve değerlidir. Zira coğrafyamız, dünya değerleri açısından bir sınır coğrafyasıdır. Türk insanı zaman zaman bu sınırda yaşamanın sancılarını ve acılarını derinden hissetmektedir. Bu özelliğinden dolayı gerekli önlemleri almak zorundadır.
Kaynak : Türk Yurdu Dergisi Ocak-2017
BENZER HABERLER