logo

trugen jacn

YİNE, YENİDEN : ORTA ASYA, “RADİKAL İSLAM ” VE İŞİD

Gönül isterdi ki bu blogtaki hiç ilgi çekmeyen son iki yazım gibi yine kültürel tarihten amiyane tabirle “entel-dantel” diye ifade edilebilecek bir şeyler karalayayım. Ancak Reina saldırganının uyruğu üzerinden yapılan yorumlar ve de bunun üstüne yeniden alevlenen “Orta Asya nasıl İŞİD’in merkezi haline geldi?” tadındaki “analiz”leri görünce kısaca da olsa bir şeyler yazmaya mecbur hissettim kendimi. Kesinlikle terörizm, radikal İslam, güvenlik veya uluslararası ilişkiler konularında uzmanlık iddiam olmamakla birlikte, Orta Asya’yı ülkemizdeki çoğu “analist”ten iyi tanıdığımı düşünerek İŞİD’deki Orta Asyalılar üzerine yapılan araştırmalar ve kendi gözlemlerime dayanarak genel bir çerçeve çizmeye çalışacağım.

Mehmet Volkan KAŞIKÇI

Öncelikle şunu söylemek isterim ki Reina katliamının ardından kamuoyunda hemen her gün, dört bir koldan teröristin uyruğunun tartışılması ve de vurgulanması gerçekten istisnai bir durum teşkil ediyor. İŞİD yüzlerce eylemde bulundu, ancak şu ana kadar ben teröristin uyruğunun böylesine tartışıldığını hatırlamıyorum. Batı ülkelerindeki saldırılarda görüldüğü gibi, teröristlerin uyrukları ancak o ülkenin vatandaşı mı yoksa göçmen mi oldukları sorusunun etrafında tartışılmıştı. Fransa’daki bir terörist saldırıyı düzenleyenlerin Fransız vatandaşı mı oldukları, yoksa Suriye başta olmak üzere diğer ülkelerden yakın zamanlarda gelen göçmenler içinden mi çıktıkları elbette birçok açıdan önem teşkil ediyordu. Ancak terörist Faslı mı, Cezayirli mi, yoksa Çeçen mi diye bir tartışma ben duymadım. Olduysa bile bunun kamuoyunu meşgul edecek bir derecede önem arz etmediği açık.

Ancak biz Reina saldırısının ardından, bırakın saldırıyı önlemeyi, hatta bırakın eylem sonrası terörist veya teröristleri yakalayabilmeyi, eylemi gerçekleştiren terörist sayısını bile günlerce netleştirememişken işi gücü bırakarak teröristin milliyetiyle uğraşmaya başladık. Günlerce terörstin kimliğini belirleyememek bir yana, teröristin milliyetinin bir İŞİD eylemi açısından nasıl ve neden bu derece önem arz ettiğini anlamak mümkün değildi. Kazak’tan başladık, Uygur, Kırgız derken en son Özbek olduğunda karar kıldık. Gerçi bizim medyada “Özbek uyruklu/kökenli” ifadesi muhtemelen vatandaşlığa işaret ettiği ve Orta Asya’da (genel olarak Sovyet coğrafyasında) vatandaşlık ile milliyet farklı şeyler olduğundan, mümkündür ki ilerleyen günlerde tekrardan terörist Özbek miydi, Uygur muydu, yoksa Tacik miydi tartışmasına da geri dönebiliriz. Sanki şu veya bu milliyete mensup olması İŞİD’i anlamak ve saldırılara karşı önlem almak açısından bir şey ifade ediyormuş gibi. Memleketimizde milli irade rejimi altında linç kültürünün her gün daha da cesaretlendirilmesi neticesinde ise Orta Asyalı göçmenlere veya Türk vatandaşı çekik gözlülere karşı akıl almaz tahriklerin ortaya çıktığına da şahit olduk

Orta Asya’nın nasıl İŞİD’in merkezi haline geldiğini anlatan yorumların analitik seviyesi o kadar yüksek ki, o seviyeyi görebilmek mümkün olmuyor çoğu zaman ayaklarınız yere basıyorsa eğer. “Komşunuz Afganistan’sa eğer ister istemez Pakistanlaşıyorsunuz” şeklindeki derin analizlerden, İŞİD’in Orta Asya’daki “kapsamlı” faaliyetlerini anlatan uzmanların yorumlarından sanki başka bir dünyada yaşıyormuş gibi hissetmeye başlıyorsunuz bir süre sonra doğal olarak. Her ne kadar teröristin Uygur, Kırgız veya Özbek olduğunu, terör eyleminin en önemli parçası buymuş gibi, ısrarla vurgulayanlar arasında belli bazı siyasi ve ideolojik yönelimler sonucu bilinçli olarak bu söyleme destek atan gruplar olsa da, çoğunluğu derin analizler yapmak, kimsenin bilmediği bir şeyi anlatıyormuş gibi havalara girmek isteyen “uzman”lar kaynaklı olarak ortaya çıktı.

Doğu Türkistan’daki Vaziyet Üzerine

Burda yazacağım şeylerin bazıları tekrar olacak. Uygur meselesini 2015’te bu blogta yazdığım “Doğu Türkistan’daki Vaziyet Üzerine” başlıklı yazımda ele almaya çalışmıştım. Beş Orta Asya Cumhuriyeti’ndeki radikal İslam mevzusuna ise yine bu blogtaki “Putin Suriye’ye Girmişken: Rusya ve Müslümanlar İlişkisine Bir Bakış” başlıklı yazımda değinmiştim. Şimdi biraz daha spesifik olarak İŞİD’in Orta Asyalı militanları hakkında bilinenlere göz atmaya çalışacağım.

2016 Mart tarihli verilere göre İŞİD’e katılan yabancı savaşçıların milliyetine göre sıralaması şu şekilde (ilk 10 ülke):

Tunus, 6500
Suudi Arabistan, 2500
Rusya, 2400
Ürdün, 2250
Türkiye, 2100
Fransa, 1700
Fas, 1350
Lübnan, 900
Mısır, 800
Almanya, 760
(Kaynak: http://www.telegraph.co.uk/news/2016/03/29/iraq-and-syria-how-many-foreign-fighters-are-fighting-for-isil/)
2015 tarihli başka bir çalışmaya göre ise BAZI ülkelerin her bir milyon kişide İŞİD’e gönderdiği terörist sayılarına bir göz atalım:

Ürdün, 315
Tunus, 280
Suudi Arabistan, 107
Bosna Hersek, 92
Kosova, 83
Türkmenistan, 72
Arnavutluk, 46
Belçika, 46
Özbekistan, 33
İsveç, 32
Filistin, 28
Danimarka, 27
Tacikistan, 24
Fransa, 18
Avusturya, 17
Hollanda, 15
Finlandiya, 13
Rusya, 12
Kazakistan, 8
Kırgızistan, 5
(Kaynak: http://www.rferl.org/a/foreign-fighters-syria-iraq-is-isis-isil-infographic/26584940.html)

İŞİD’in yabancı savaşçı sayısının 20 bini geçtiğini iddia eden 2015 tarihli başka bir araştırmadan tabloları aynen buraya alıyorum:

Tablo 1: Batı Avrupa

Ülke Tahmini Sayı Her 1 milyon kişi başına
Avusturya 100-150 17
Belçika 440 40
Danimarka 100-150 27
Finlandiya 50-70 13
Fransa 1,200 18
Almanya 500-600 7.5
İrlanda 30 7
İtalya 80 1.5
Hollanda 200-250 14.5
Norveç 60 12
İspanya 50-100 2
İsveç 150-180 19
İsviçre 40 5
Birleşik Krallık 500-600 9.5
Tablo 2: Dünyanın Geri Kalanı

Ülke Tahmini sayı
Afganistan 50
Arnavutluk 90
Cezayir 200
Avustralya 100-250
Bahreyn 12
Bosna Hersek 330
Kanada 100
Çin 300
Mısır 360
İsrail/Filistin 120
Ürdün 1,500
Kazakistan 250
Kosova 100-150
Kuveyt 70
Kırgızistan 100
Lübnan 900
Libya 600
Makedonya 12
Fas 1,500
Yeni Zellanda 6
Pakistan 500
Katar 15
Rusya 800-1,500
Suudi Arabistan 1,500-2,500
Sırbistan 50-70
Somali 70
Sudan 100
Tacikistan 190
Türkiye 600
Türkmenistan 360
Tunus 1,500-3,000
Ukrayna 50
BAE 15
ABD 100
Özbekistan 500
Yemen 110
(Kaynak: http://icsr.info/2015/01/foreign-fighter-total-syriairaq-now-exceeds-20000-surpasses-afghanistan-conflict-1980s/)

Tabi ki kesin verilere sahip değiliz. Her araştırma farklı sayılar veriyor. Ama en azından hangi ülke vatandaşlarının ne kadar bir ağırlığı olduğu konusunda üç aşağı beş yukarı bir fikir veriyor bu sayılar bize. Yukarıdaki çalışmalara baktığımız zaman, Orta Asya devletleri içinde İŞİD’e en fazla katılımı 3. araştırmada Özbekistan’da görüyoruz, 500 kişi ile. Her bir milyon kişide İŞİD’e katılan militan oranına baktığımızda ise 2. araştırmada Türkmenistan 72 ile dikkat çekiyor ki bu istatistikler arasında belki de en ilginci ve de yanlış yönlendireni. Bu noktaya aşağıda değineceğim.

İstatistikler ortada. Elbette bütün dünya ülkeleri gibi Orta Asya ülkelerinden de İŞİD’e katılımlar var. Ancak bu ne Ürdün, Tunus gibi Ortadoğu-Kuzey Afrika ülkeleriyle (hatta Bosna, Kosova, Arnavutluk ile), ne de Avrupa ülkeleriyle karşılaştırılabilecek bir seviyede. Hele hele Avrupa ülkelerinde sadece Müslüman nüfusa oranla bir istatistik alsak çok daha çarpıcı sayılar çıkacak ortaya. Ama ne hikmetse yatıp kalkıp İŞİD’in Orta Asyalı teröristlerini konuşuyoruz. O kadar eylemde Tunuslu Ürdünlü adı hiç geçmiyor, ama bir Kazak, Özbek bulduk mu tamam. Yanlış anlaşılmasın, bunu yapan yalnızca Türk “uzmanlar” değil, yabancı “uzmanlar” arasında da İŞİD’deki Orta Asyalılar’ın rolüne gerçeğin çok üstünde vurgu yapanlar mevcut.

Peki neden Orta Asya-İŞİD ya da genel olarak Orta Asya-Radikal İslam bağı bu kadar vurgulanıyor? Beş maddede önce kısaca bu sorunun cevabını vereceğim, daha sonra tek tek bu ülkelerdeki İŞİD varlığına değineceğim. ;

  1. Orta Asya rejimleri meşruiyetlerini öncelikli olarak radikal İslam söylemi ve terörizm korkusu/yokluğu üzerinden sağlıyorlar, yani bu propagandayı yayan öncelikli olarak bunlar.
  2. Çin 11 Eylül’den sonra Uygur meselesini tamamen radikal İslam bağlamında dünyaya pazarlıyor.
  3. Rusya bu söylemi benimsiyor, çünkü bu söylem Rusya’nın Orta Asya’da güven kurucu aktör rolünü güçlendiriyor. Hatta bölgeye “dönme”sini bile meşrulaştırıyor.
  4. Bölgeyi çok da iyi tanımayan yabancı uzmanlar doğrudan bu propagandaları kabul edip, bunun yaygınlaşmasına katkıda bulunuyor. Unutmayın, siz terör ya da güvenlik “uzman”ıysanız, terör, ya da güvensizlik var olduğu müddetçe önemlisinizdir. O yüzden mevzunun önemini abartmak aslında kendi öneminizi vurgulamaktır (Burda meslek bağnazlığı yaptığım zannedilmesin. Aynısını başka konularda Türkiye’deki tarihçilerin birçoğu için de söyleyebilirim. Tarihi o kadar önemli bir şeymiş, hatta tek önemli şeymiş gibi lanse edenler, aslında çoğunlukla tarihçi olarak kendilerinin ne kadar önemli olduklarını anlatma derdindedirler).
  5. Çeşitli siyasi ve ideolojik amaçlarla bunları yayan gruplar mevcut. Türkiye’de özellikle “Banu Avar ulusalcılığı” olarak niteleyebileceğimiz bir grubun yıllardır başta Doğu Türkistan meselesi olmak üzere çeşitli konulardaki yılmak bilmez dezenformasyon gayreti malumunuzdur. Şu an bu yelpazeyi genişletmek de mümkün. Hatta Başbakan Yardımcısı seviyesinde doğru veya yanlış teröristin “Uygur” kimliğine vurgu yapılması, her mevzuda dönen hükümetimizin bir ara yine milli iradeyi gaza getirmek amacıyla güya savunur gibi göründüğü Uygur meselesinde, Çin’le yakınlaşmanın ardından yeni bir dönüş hazırlığında olduğunun da göstergesi.

Şimdi tek tek beş bağımsız cumhuriyet ile Uygurlar’ın İŞİD’e katılmalarına bakalım.

Doğu Türkistan’dan başlarsak eğer, daha önce de çeşitli vesilelerle dikkat çektiğim gibi, başlamamız gereken nokta Çin’in 11 Eylül’den önce tek bir Uygur için bile radikal İslamcı terörist etiketini kullanmaması. 11 Eylül’ün arkasından ise bu etikete deyim yerindeyse mal bulmuş Mağribi gibi atlaması. Kısaca o dakikadan sonra Uygurlar arasındaki her hoşnutsuzluk ancak ve ancak radikal İslamcı terörist örgütlerin rolü olarak lanse edildi. Doğu Türkistan İslami Hareketi adlı terörist bir grup her şeyin sorumlusu olarak gösterilirken, Doğu Türkistan’daki baskı ortamı sürekli arttırıldı. Ancak ilginçtir ki nüfusları Uygurlar’dan aşağı olmayan Hui ve Dungan (Çince konuşan Müslüman) Müslümanları ise Uygurlar’a uygulanan baskının benzerini hiç yaşamadı. Yani mesele bir baskı rejimi ve etnik sorun iken Çin sürekli bunu bir “İslamcı terörizm” sorunu olarak pazarladı. Tabi ki özellikle İŞİD’in yükselişinin ardından ise, dünyada bunun çok daha fazla alıcısı oldu.

Doğu Türkistan’daki kanlı olayların birçoğu ya devlet güçlerinin şiddeti, ya da genel politika neticesi Uygur-Çinli, Uygur-devlet güçleri arasında ortaya çıkan çatışmalar şeklinde olsa da, son yıllarda “terörist” olarak da adlandırabileceğimiz eylemlerde de bulunuldu Uygurlar tarafından. Ancak bunların herhangi bir İslamcı uluslararası terör örgütü tarafından yönetildiğine dair hiçbir kanıt olmamasının yanında, Doğu Türkiitan sınırları içinde organize herhangi bir Uygur örgütünün bulunduğuna dair de hiçbir kanıt yok (ancak Çin’e kanıt gerekmiyor tabi). Boyutu ve gücü hala bir muamma olan Doğu Türkistan İslami Hareketi ise Afganistan ve Pakistan’da varlığını sürdürüyor. Türkiye’ye okumaya gelmiş Uygurlar’ın ailelerinin bile Çin’de ne derece gözlem altında tutulduğu malum iken, bu bölgede başta Taliban olmak üzere çeşitli İslamcı gruplar arasında savaşan Uygurlar’ın Çin’e geri dönme veya Doğu Türkistan’a yüz binlerce askerini konuşlandıran Çin ordusunun gözetimine yakalanmayarak o sınırlar arasında elini kolunu sallayarak hareket edip Doğu Türkistan içerisinde örgütlenme ihtimali Çin yönetimi dışında kimseye mantıklı gelmiyor. Netice olarak vuku bulan terörist eylemler de bireysel veya yerel bazda, genellikle spontane olarak ortaya çıkan eylemler olarak görünüyor.

Bu konuda daha önce de yazdığım için daha fazla uzatmıyorum. İŞİD mevzusuna gelirsek eğer, Çin daha 2013-2014 gibi erken sayılacak bir tarihte fırsatı hiç kaçırmayarak İŞİD’de savaşan 300 Uygur olduğunu, yüzlercesinin de İŞİD’e katılmak için yolda olduğunu iddia etti. Araştırmalarda ise bu sayı çok daha düşük seviyelerde çıkıyor, çoğu zaman tek basamaklı sayılarda. En güvenilir araştırma İŞİD bünyesinde savaşan 114 Uygur tesbit etmiş !?

(http://foreignpolicy.com/2016/07/20/report-100-chinese-muslims-have-joined-isis-islamic-state-china-terrorism-uighur/)

ancak bu bütün İŞİD’i kapsamayan bir araştırma, muhtemelen tam sayı daha yüksek. Yani evet İŞİD bünyesinde savaşan Uygurlar var, tıpkı her milletten savaşanlar olduğu gibi. İŞİD’in Uygur üyeleri ise bazı özellikleriyle diğerlerinden ayrılıyor. Öncelikle yaş aralığı çok geniş, çocuk, kadın ve yaşlılar fazla. Bu da Uygur sayısını yukarı çeken bir nedenin Uygurlar’ın (diğer gruplardan da fazla olarak) çoğunlukla aileleri ile beraber Suriye’ye gitmesi olduğunu gösteriyor. Bir diğer ayırt edici özellik ise diğer yabancı teröristlere oranla eğitim seviyelerinin çok düşük olması.

Uygurlar konusunda 2 noktaya daha değinip geçeyim. İlk olarak Suriye’de İŞİD dışında Nusra dahil diğer örgütlerde savaşan Uygurlar olduğunu biliyoruz ancak sayıları konusunda güvenilir bir tahmin yok. İkinci olarak uzun süredir Türkiye’de bazı kesimlerin dillendirdiği bir iddia var. Bu iddiaya göre Türkiye devleti Uygurlar’ı iç savaşta savaşmaları için Suriye’ye göndermiş. Bu iddia ne kanıtlandı, ne de yanlışlandı. Benim de bu iddiayı kabul veya reddedecek bir yorum yapmak için elimde bir veri yok. İddia sahipleri genelde Türkiye’nin Uygurlar’ın doğrudan İŞİD’e katılmasını sağladıklarını söylüyorlar. Elimde hiçbir veri olmadan yapabileceğim yorum, AKP Hükümeti’nin Suriye’de birçok gruba katılacak yabancı savaşçılara yardımcı olduğu genel olarak bilindiğinden, Uygurlar’ın da buna dahil olabileceği yönünde. Ancak İŞİD’e gönderilme konusu inandırıcı değil. Bunun yanında Uygurlar genel bir politikanın parçası olabilir evet, ama özellikle vurgulanmalarını gerektiren bir veriye de sahip değiliz.

Orta Asya ülkeleri içinde yukarıdaki istatistiklerdeki en ilginç nokta olan Türkmenistan ile başlayalım. Birçok veride 360 civarı Türkmenistanlı’nın İŞİD bünyesinde savaştığı ileri sürülüyor, nüfusa oranla da bu Türkmenistan’ı Orta Asya ülkeleri içinde açık ara ilk sıraya yerleştiriyor. Orta Asya’yı tanıyan herkes ise bu istatistiklere şaşkın şaşkın bakıyor. Çünkü Türkmenistan herhangi bir İslamcı yapılanmanın nerdeyse hiç olmadığı, ya da en azından bütün Orta Asya ülkeleri içinde en az olduğu ülke. Diğer Orta Asya devletlerinin aksine Türkmenistan devleti de İŞİD’de savaşan Türkmenler olduğunu kesin bir dille reddediyor. Şu ana kadarsa yalnızca 1 Türkmenistanlı’nın İŞİD bünyesinde savaştığı tesbit edilmiş durumda. O zaman bu istatistikler de neyin nesi? Evet çok komik gelecek ama Suriye ve Irak Türkmenleri Türkmenistan vatandaşları ile karıştırılarak istatistiklere bu şekilde giriyor. Bu yüksek sayılara başka hiçbir açıklama bulunmuş durumda değil.

Tacikistan ve Özbekistan’a baktığımızda durum biraz daha farklı görünüyor. Bu iki ülke geçmişte ciddi anlamda İslamcı terör tehdidi yaşamış ve bugün de İŞİD’e Orta Asya ülkeleri içinde en yüksek oranda militan gönderen ülkeler. Ancak, bu örgütlerin ülke içindeki son varlığı 2000’lerin başında idi. Netice olarak özellikle Özbekistan’da, terörist grupları bir tarafa bırakın, her türlü İslami hareket çok sert bir şekilde bastırıldı. Her haberde, her yorumda adını duyma ihtimaliniz olan Özbekistan İslami Hareketi’nin ise bugün Özbekistan’da ismi var cismi yok. Afganistan’a çekilmiş durumdaydı, oradan da Suriye’ye bir akış olduğu gözleniyor. Örgüt İŞİD’e biat etti. Ancak Özbekistan içinde bir faaliyetleri kalmamış durumda. Hem Özbekistan, hem Tacikistan İslami uygulamalara karşı en şiddetli politikaları yürüten iki Orta Asya devleti. Öyle ki zaman zaman Çin’in Doğu Türkistan’daki uygulamalarını aratmıyorlar. Özbekistan’ın son yıllarda bile binlerce insanı “terörizm” suçlamasıyla hapislere attığı biliniyor. Suçlamalar o kadar komik düzeylere varabiliyor ki, mesela bir keresinde sakal bırakmış Hristiyan bir Ermeni iş adamının İŞİD üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklandığı bildiriliyor. İki devlet de İŞİD söylemine can simidi gibi sarıldı. Bu iki devlet de her türlü muhalif sesi bastırmak için İŞİD (ya da Özbekistan İslami Hareketi) bahanesini kullanıyor. Bütün raporlarda, çalışmalarda İŞİD bünyesindeki Tacikistanlı sayısı 200’ü aşmazken, Tacik devletine göre 1000 Tacikistanlı İŞİD bünyesinde savaşıyor. Yukarıdaki sıraladığım maddelerden ilki Orta Asya devletlerinin propagandası idi. Özbeksitan ve Tacikistan bu propagandayı en çok kullanan iki devlet olarak ortaya çıkıyor.

Tacik savaşçılara bakıldığında ilginç bir nokta Suriye’de bulunan bütün Tacikler’in İŞİD bünyesinde savaştığı. İŞİD’in etkili ve meşhur Tacik komutanları muhtemelen bunun sebebi. Diğer yandan, hem İŞİD bünyesinde, hem İŞİD’e karşı savaşan gruplar bünyesinde Özbekler bulunduğu biliniyor. Yani Suriye’deki Özbek varlığı yukarıdaki İŞİD’le ilgili sayılarla sınırlı değil. Ancak “Özbekler” genel olarak biraz karışık bir kavram, çünkü Türkiye’de “Özbekistanlılar” olarak anlaşılsa da, bütün Orta Asya devletleri önemli Özbek azınlıklar barındırıyor. Yani Suriye’de savaşan Özbekler’den bahsettiğimizde zaman zaman yalnızca Özbekistan’dan gelenler kast edilse de, bazen de baştan Afganistan ve Kırgızistan olmak üzere bütün Orta Asya devletleri ve Rusya vatandaşı Özbekler de hesaba katılıyor. Özbek ve Tacikler 1979 Afganistan işgalinden daha doğrudan etkilenen iki ülke olması ve de 1990’larda İslamcı grupların güç mücadelesine sahne olmasıyla bir radikal İslam geleneğine sahip. Tabi bunun önemli bir sonucu özellikle Özbekler içinde çok fazla mülteci grubun çıkması son 30 yıl içinde, Arabistan’a kadar uzanan. Bu bağlar ve bunun üstüne Rusya’da göçmen olarak bulunan sayısı hayli yüksek Tacik ve Özbek işçiler İŞİD’e katılanların çoğunluğunu oluşturuyor.

Son cümleden devam edelim. Dedik ki, ne kadar abartılsa da evet İŞİD üyesi Orta Asyalılar da var, ama bunların büyük çoğunluğu kendi ülkeleri içinde değil ya Afganistan’da ya da Rusya’daki göçmen işçi gruplar arasında radikal örgütlere katılıyor. Rusya’daki Orta Asyalı göçmenler konusu başlı başına çok önemli ve teferuatlı bir konu ama kısaca bu göçmenlerin Rusya’da karşılaştıkları ayrımcılık ve berbat yaşam şartlarının Batı Avrupalı Müslümanlar’a benzer bir etki yaptığını not edelim. Ayrıca başta Kuzey Kafkasya olmak üzere Rusya içinden bu örgütlere çok daha ciddi bir katılım var, ve bunlar göçmen gruplar arasında da rol oynuyorlar. Ne İŞİD’in ne diğer grupların sadece “ideoloji” veya “din” ile açıklanamayacağının en güzel kanıtlarından biriyse Suriye’de hem Rusya saflarında hem de Rusya’ya karşı savaşan Çeçenler’in bulunuyor olması. Tıpkı Ukrayna’da hem ayrılıkçılar hem onlara karşı savaşan Çeçenler’in bulunması gibi. Bosna, Kosova, ve Arnavutluk’tan katılımların da sayı olarak düşük görünse bile oran olarak yüksek olması muhtemelen bu ülkelerin savaş yaşamış olmasıyla doğrudan ilişkili. Bir kere savaştıysanız elinizden savaşmaktan başka bir şeyin gelmemesi tarihte o kadar sık rastladığımız bir konu ki. Tıpkı Saddam’ın seküler ordusunun komutanlarının bazılarının şu an İŞİD’in en önemli komutanları arasında olmaları gibi.

Özbekler meselesi Kırgızistan’a baktığımızda da ön plana çıkıyor. Kırgız Hükümeti de tıpkı Özbekistan ve Tacikistan gibi İŞİD propagandasını kendi lehine kullanma peşinde. Yıllardır Atambayev’e muhalif bazı kişilerin bir anda İŞİD bağlantısının ortaya çıkıvermesi bunun en güzel örneği. Aslına bakılırsa İŞİD saflarında savaşan çok az sayıda Kırgız tesbit edilmiş olmasına rağmen, Kırgız Hükümeti inanılmaz abartılı sayılar veriyor. İŞİD’e katılan Kırgızistan vatandaşlarının büyük çoğunluğu ise Özbek azınlık içinden. Yakın zamanda ülkenin güneyinde Özbekler ve Kırgızlar arasında kanlı çatışmalar yaşanmıştı. Bölgede tansiyon hiçbir zaman çok düşmedi. Özbekler’in azınlık psikolojisi ve de üstüne şiddet tecrübelerinin olması İŞİD’e katılmaya daha açık hale getiriyor onları. Burdaki esas tehlike Kırgızistan’da inanılmaz abartılan “radikal İslamcı terör” söyleminin aynı zamanda da etnikleştirilmesi. İŞİD’e katılımların ülkedeki Özbekler ile özdeşleştirilmesi tabi bazı kesimlerin işine gelirken, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet etkisi yapması da mümkün. Yani Kırgızistan’da esas tehlike İŞİD değil, ülkedeki mevcut tansiyonun çeşitli şekillerde yeni çatışmalara evrilebilmesinin mümkün olması.

Kazakistan’a geldiğimizde de çok farklı bir durum görmüyoruz. Her ne kadar Kazak devleti ülkedeki İŞİD tehdidini diğer üç devletin aksine çok da abartmama yanlısı olsa da, nerede herhangi bir huzursuzluk olsa bunu derhal “İslamcı terörizm”e ve son zamanlarda da doğrudan İŞİD’e bağlama eğilimi yıllardır baskın. Adi suçlardan, toprak reformu protestolarına ve işçi gösterilerine her şey İŞİD (ya da daha genel olarak radikal terörizm) eylemi olarak sunulup, öldürülenler de terörist ilan ediliyor tabi ki. Son bir iki yılda Kazakça konuşulan vidyoların İŞİD tarafından servis edilmesi bu korkuları ve propagandaları da arttırdı. Yazın Almatı’da yaşanan bir olaydan sonra şu an Almatı sokaklarında polis sayısı hayli artmış durumda. Diğer Orta Asya rejimleri gibi Kazakistan da meşruiyetini en başta İslamcı terör tehdidi ve güvenlik üzerinden sağlıyor. Gerçekte ise ülkede herhangi bir ciddi radikal İslami grup yok, bırakın İŞİD’i (ilgilenenler için FETÖ’nün ise gayet güçlü olduğunu ve uzun süre “radikal İslam” tehdidine karşı devletçe de desteklendiğini not edelim, Türk devletinin desteğine ek olarak). Tabi şu an Nazarbayev’in Suriye görüşmelerinde aktif rol alma gayreti ve 2017’de Kazakistan’ın iki büyük uluslararası etkinliği ev sahipliği yapacak olması, İŞİD’in dikkatini buraya çevirmesine neden olur mu bilemiyorum. Bu arada diğer ülkelerden İŞİD’e katılanlar belli başlı bazı sebepler içinde anlaşılabilirken (etnik çatışma, azınlık olmak, daha köklü İslamcı örgütler, ya da göçmen işçi olmak) Kazakistan’dan katılan az sayıda kişi hakkında net ve belirgin bir açıklama yok. Rusya’daki Orta Asyalı göçmen işçilerin büyük çoğunluğu Kırgız, Özbek ve Tacik; ülkede ciddi bir İslamcı örgüt yapılanması hiç olmadı; göreli olarak refah seviyesi yüksek ve bir etnik çatışma yaşanmadı (münferit olayları saymazsak).

Söyleyeceklerim aşağı yukarı bu kadar. Ne hikmetse Türkler de dahil yabancı uzmanlar doğrudan bu ülkeler tarafından üretilen propagandayı doğru zannedip, bazen yalnızca twitterda 8-10 rt almak uğruna bunları yayıyorlar. Neticede geldiğimiz noktada Orta Asya’yı İŞİD’in yuvası zanneder, nasıl bu hale geldiğini tartışır olduk ülkece. Türkiye’deki bir eylemde bir Orta Asyalı kullanılmasının ne kadar büyük etki yaptığını gören İŞİD muhtemelen bundan sonra da bu yönde devam edecektir. Biz de sokakta çekik gözlü kovalamaya devam ederiz. Bu arada Rusya da bu propagandadan oldukça memnun, hatta çoğu zaman kendisi bu propagandanın baş kaynağı. Rus yetkililere sorarsanız Afganistan’da Orta Asya ve Rusya’ya saldırmak üzere bekleyen tam 10 bin İŞİD militanı var. Tabi ki 10 bin İŞİD militanıyla mücadele edebilecek askeri kapasiteye Orta Asya devletlerinin çoğu sahip değil. O zaman Rusya doğal hami olarak ortaya çıkıyor yine. Bu propaganda Rusya’nın Suriye müdahalesini meşrulaştırmanın yanında “Rusya Orta Asya’ya dönmek zorunda” gibi propagandalara da rahatlıkla yol verebiliyor. Rus “uzmanlar”, Orta Asyalı meslektaşlarıyla beraber yıllardır Orta Asya’da radikal İslam tehdidi üzerine cilt cilt raporlar yazıp konferanslar düzenliyorlar. Doğal olarak bu konferanslara katılan, raporları okuyan güvenlik ve terör “uzmanlar”ı (ama Orta Asya uzmanları değil) da bunlara atlıyor. Rusya ve Orta Asya rejimlerinin verdiği sayıları sorgusuz kabul edip İŞİD saflarında 9 bin Rusça konuşan militan olduğunu anlatan Türk “uzman”lar sükse yapmaya devam ediyorlar.

Orta Asya’da “geleneksel olmayan İslam” anlayışına sahip gruplar yıllardır radikal İslamcı olarak yaftalanıyor. Geleneksel İslam görünürde Hanefilik olarak gösterilse de aslında devletin resmi dini politikası elbette. Bunun dışında herkes terörist bu uzmanlara göre (biraz abartıyorum tabi). Sakal bırakmak yetebiliyor bazen böyle etiketlenmek için. Veya bırakın şiddeti, siyaset ile dahi ilgilenmeyen İslami gruplar özellikle Özbekistan ve Tacikistan’da büyük baskı altına girebiliyor. Bu durum ise başlı başına radikalleşmeye gerçekten zemin hazırlayan bir ortam oluşturuyor. Bu uzmanların çoğunun bihaber olduğu işin bir diğer ilginç yanı ise İslam’ın selefi yorumunun Orta Asya’da Sovyet yönetimi altında gelişip kök salması, ve resmi Sovyet müftülüklerinin Selefi sayılabilecek bir anlayışla çalışması. Yani Selefiliğin bile bu coğrafyada bırakın şimdiki Orta Asya rejimlerine düşman olmayı, komünist Sovyet rejimine bile düşman olmadan, onun bir kurumu olarak yıllarca varlığını devam ettirmiş olması. Basit mantık yürütmeler hiçbir coğrafyada işe yaramıyor, ama bu coğrafyada daha da zayıf kalıyor herhalde özellikle anlaşılamayan Sovyet geçmişinden dolayı.

Kaynak : https://falancamesele.wordpress.com/2017/01/08/yine-yeniden-orta-asya-radikal-islam-ve-isid/

Etiketler: » » » » » » » »
Share
1681 Kez Görüntülendi.