Son Dakika
Sohbet etme imkanı bulduğum “eski Turancılar”ın çoğu, 1990lı yıllara tuhaf, sevimli bir nostaljiyle bakıyordu. Bir yandan, “artık perde kalktı, soydaşlarımızı kurtaracağız, Orta Asya’ya gideceğiz!” sevinci, diğer yandan Nicholas Cage’in meşhur Savaş Tanrısı filmindeki sahnelere benzer post-sovyet travmalarına şahitlik… Şüphesiz 90’lar Türkiye’nin Türk Dünyası ile tekrar bağlar kurduğu bir dönem olmuştur; fakat yine şüphesiz, Türkiye hem devlet, hem de Türk dünyasıyla en ilgili siyasi akım olan milliyetçilik açısından, hazırlıksız yakalanmıştır.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Türk birliği; Gaspıralı “dilde, fikirde, işte birlik” dediğinden beri güzel bir hayal; fakat hayallere samimi duygularla değil, gerçekçi fiillerle erişebileceğimizi tarih bize defaatle öğretti. İnsanların vicdanında, duygusunda Türk Dünyası’nın yer etmesi elbette güzel bir haslettir, fakat Türk Dünyası ile nasıl birlik olunacağı, bunun süreçleri, basamakları ve bu dünyanın gerçekleri daha önemli mevzulardır. (Bizim Türk Dünyası’yla ilgili meselelerde çok duygusal-az bilgili yahut az-gerçekçi olmamız nedeniyle, bu konuda gerçekçi çıkarımlar yaptığını iddia edip boşluk dolduranlar da genellikle Rusya çıkarlarına hizmet eden etki ajanları oluyor, bu apayrı bir mesele.)
“Eski Turancılar”ın kültürel iklimini miras almış fakat “onlar gibi olmamaya” kendi kendine yemin etmiş bir genç olarak meseleye elimden geldiğince realist bakmaya ve bunu yaparken Rus çıkarlarının emri doğrultusunda değil, her bir Türk unsurunun ayrı ve özgün halini, çıkarlarını gözetmeye çalışıyorum. “Kırgızam, Özbekem, Kazak, Türkmenem / Başkırdam, Kerkükem, ele görk menem / Senin gözlediyin gerib Türk, menem” diyen şair gibi, Türk-altı kimliklerin hepsini kıymetli ve eşit buluyor, bu geniş coğrafyanın her bir unsuruyla özdeşlik kurmaya çalışıyorum.
Şu halde, Orta Asya’da 90’larda kaçırdığımız (ki Türkiye’nin hem esasta, hem usulde hataları vardır) fırsat kadar belirgin ve elverişli olmasa da, yeni bir fırsatın belirdiğini gözlemliyorum. Öncelikle bu ülkelerin iyi anlaşılması lazım: Orta Asya ülkelerinin denize kıyısı yoktur. Müthiş bir endüstrileri olsa ve yeraltı kaynaklarını tamamen kendileri pazarlasalar bile, uluslararası ticareti verimli bir şekilde yönetebilmeleri için denize ulaşmaları, doğru ulaşım ve iletişim altyapılarına eklemlenmeleri gerekir.
Dünyada Ortadoğu’dan sonra en hararetli bölgelerden birinin ilginç bir şekilde Kuzey Kutbu olması bu nedenden. Kanada ve Rusya’nın kuzey sahillerinde yeni yerleşim birimleri kuruluyor; Kuzey Denizi ticareti, navlun masraflarını azaltan, nakliye yollarını kısaltan bir rota olarak önem kazanıyor. Bölgedeki yeraltı kaynaklarının işlenmesi de cabası.
Denize açılamayan, yoğun ticaret yolları üzerinde bulunmayan Orta Asya ülkeleri oldukça talihsizler: Türkler çağlar boyu İpek Yolu sayesinde zenginleşmişler ve istihbari bilgilerini arttırmışlardı. Bugün İpek Yolu yok, çağlar boyunca medeniyetlere beşiklik etmiş, Bilge Kağan, Timur, Babür gibi entelektüel-kral figürler yetiştirebilmiş coğrafyanın bugün pek geri kalmış olmasının nedenlerinden biri budur. (Ruslar tarafından bozulan doğa ve bu ülkeleri kasten geri bırakacak ekonomik-altyapısal planlamalara değinmiyorum bile.)
RUSYA FEDERASYONU
Fakat Rusya, post-sovyet dönemden beri sürdürdüğü işlevi yerine getiremiyor: Rus ticareti zayıflıyor, ekonomik yaptırımlar Rusya’nın belini büküyor. Yazıyı istatistiklere ve teknik terimlere boğmak istemiyorum ama özetle, Rusya’dan bölgeye para akışında, bölgeyle olan ticaret hacminde ciddi bir daralma var. Petrol fiyatlarının düşük olması bu petrol ve gaz satıcısı ülkeleri doğrudan, Rusya’nın ekonomisini bozması nedeniyle de dolaylı olarak etkiliyor.
Üstelik, bu ülkelerde terör sorunu ve siyasi instabilizasyon tehlikesi var. Sadece Kerimov’un ölümü değil, Nazarbayev’in yaşlanması, Kırgızistan’ın çalkantıları, etnik tansiyonlar… Sosyal ve politik doku, post-sovyet döneminin palyatif çaresi olarak uygulanan totaliter rejimleri daha fazla kaldıramayacak. Siyasal islam ciddi bir tehdit ve maalesef “muhalif hareketler” sair sebeplerden ötürü kendini genellikle siyasal islamla eklemlenmiş olarak pazarlayabiliyor. Madalyonun diğer yüzünde, bu ülkelerde bütün muhalif hareketler, siyasal islam damgasıyla pasifize ediliyor.
ÇİN VE TÜRKİSTAN
İşin Çin tarafı da var. Çin’in bölgeyle ve Rus Uzak Doğusu ile ticaret hacmi, Rusya’nın merkezinin bölgeyle olan ticaret hacmini geçti. Bunun yanında, Çinliler iş adamı, işçi ve ziyaretçi olarak sürekli olarak bölgeye geliyorlar. Rusya’nın doğusu ve Orta Asya’da nüfus yoğunluğu ve büyüklüğü düşük, Çin’in sadece Rusya’ya komşu bölgelerinde 110 milyona yakın insan yaşıyor. Sadece demografi bile, birkaç on yılda geri alınmaksızın ve korkunç bir şekilde değişebilir.
Kırgizistan’da -mükemmel olmayan ve şayialı biçimde- görüldüğü üzEre, bölgede “siyasal islam” görünümlü olmayan bir dönüşüm hareketi başarıya ulaşabilir. Ülkelerdeki diktatörya düzenlerinin yıkılması, serbest piyasanın oluşması ve yeraltı kaynaklarından edinilen zenginliklerin elitlere, oligarklara değil de, endüstriye ve halkın refahına aktarılması birkaç yıl içinde bölgenin çehresini değiştirecektir.
Fakat bütün bunların oluşması için, bu ülkelerin Çin ya da Rusya üzerinden değil, bir alternatif üzerinden dünya pazarlarına açılabilmesi gerekiyor. Türkiye, bütün ticaret, ulaşım, altyapı ve diplomasi hamlelerini, kendini böyle bir alternatif olarak konumlandıracak bir vizyona göre yapmak zorundadır. Bölgenin Çin “nüfuz havzası”na girmesi an meselesi; Çin’in merkezi daha yakın olduğundan, efektif eylem yarıçapı bölgeyi içine alabiliyor; Rusya içinse, müthiş bir Rus etkisi kendini gösterse de, Kafkasya yahut Baltık’ta olduğundan daha az bir etki gücü söz konusu.
Ekonomik veriler, politik gelişmelerle birleşince, Orta Asya’nın yeni bir dönüşüm fazına gebe olduğunu gösteriyor. Önceki hatalarından ders çıkarmış bir Türkiye, Batı bloku içinde doğru stratejik hamleleri uygularsa, Batı’yı Ortadoğu ve Kırım meselelerinde Türk çıkarlarına uygun düşen uzlaşmalara zorlayacak bir stratejik silah da elde etmiş olacaktır.
Hiçbir akl-ı selim sahibi ülke, yanıbaşında her fırsatta komşularını işgal eden (Bkz: Gürcistan, Ukrayna), ta Fransa kıyılarında hava sahası ihlal edecek kadar tacizkar, üstelik nükleer güç sahibi ve stabil, iç sorunlarını çözüme kavuşturmuş bir ülke istemez. Türkiye, ekonomik yaptırımların en çok vurduğu Rusya’nın doğusu ve Orta Asya’nın Rus nüfuzundan çıkabileceğini hesap etmeli ve bunun Çin lehine olmamasını temin için elinden geleni yapmalıdır.
Suriye’deki kördüğüm, belki de bu coğrafyaya uzun yıllar Pax Turca’yı getirebilmiş insanların ana vatanından, Orta Asya’dan çözülmeye başlayacaktır. İNŞAALLAH
KAYNAK : qha.com.ua/tr/fikir-yazilari/orta-asya-da-tarihi-bir-firsat-mi-doguyor/149411/QHA
Etiketler: Çin » Dünya » Ekonomi » Genel » Görüş Yorum » kÖŞE YAZARLARI » Makale Analiz » SiyasetBENZER HABERLER