Son Dakika
1-22 Ekim 2015 günleri Brüksel’de, Avrupa Parlamentosu’nda, Dünya Uygur Kurultayı’nın toplantısına katılmıştım. Uygur Ana Rabia Kadir’in girişimiyle gerçekleşen toplantıya, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen Uygur bilim adamları, sivil toplum temsilcileri, AP üyelerinden bazıları, basın yayın mensupları ve gözlemciler iştirak etmişti. Oturumlarda, özellikle dini hak ve özgürlükler alanındaki ihlaller konu edildi. Toplantıda bir tebliğ sunarak, Doğu Türkistan’ın medeniyet birikiminden söz ettim. Çin’in uyguladığı devlet terörünü anlattım. Doğu Türkistan halkı, bugün, Çin’in yoğun baskıları altında.
Sadık YALSUZUÇANLAR
1954 yılında geldiği Türkiye’de, Doğu Türkistan Göçmen Cemiyeti’ni kurarak, 1995 yılında gerçekleşen ölümüne kadar, İslam Medeniyeti’nin kadim merkezi Doğu Türkistan’ın mazlum halkına hizmet eden İsa Yusuf Alptekin’i, 1980 yılında tanımıştım. O zaman, Ankara’da, Hacettepe Üniversitesi Türkoloji bölümünde öğrenciydim.
Doğu Türkistanlı Uygurların, ” Eysa Ependim = İsa Efendim” olarak adlandırdırıp nitelediği bu aziz insan, yüzyıllar öncesinden, Satuk Buğra Han’ın erdemli yurdundan çıkıp gelmiş gibiydi. Yüzünde bir çocuğunki gibi masumiyet, Doğu Türkistan’ın büyük bilgesi Kaşgarlı Mahmud’a benzer bir hikmet, Hindistan’ın silahsız savaşçısı Gandhi’ye benzer bir metanet okunuyordu.
Elini öpmeğe çalıştığımda engelledi. Beni alnımdan öptü. Bilim öğrencilerine sonsuz bir saygı ve muhabbet duyuyordu. Kendisiyle ulusal bir gazetede yayımlanmak üzere söyleşi yaptık. Doğu Türkistan halkının yaşadığı zulmü o zaman öğrendim. Dinlediklerime inanamadım. Soljenistin’in Gulag Takım Adaları’nı, Dostoyevsky’nin Ölüler Evinden Anılar’ını ve Cengiz Dağcı’nın Korkunç Yıllar’ını okuduğumdakine benzer bir duygu yaşamıştım.
Budha, Fo-Hi, Lao-Tsu ve Kong-Tsu gibi bilgelerin yaşadığı kadim Çin medeniyetinin mirasçısı olan bir Devlet, nasıl olur da, kendisi gibi eski ve zengin bir uygarlığın vârislerine karşı böylesine acımasız ve hoyrat davranabilirdi? Evrensel hukuku, insan hak ve özgürlüklerini, din ve vicdan özgürlüğünü ayaklar altında çiğneyebilirdi?
Zorla gasbettiği, işgal ettiği, sonradan sözüm ona anayasal bazı haklar tanıdığı bir ülkenin halkına nasıl olur da bu zulmü reva görebilirdi? İnsanın inanma ve inancını özgürce yaşama hakkı evrensel bir hak olmasına rağmen, nasıl olur da, bu temel özgürlük ve hak elinden alınabilirdi?
Çin’in 1949 yılından itibaren adım adım asimile etmeye çalıştığı bu mazlum halkın özgürlük talebi, İsa Yusuf Alptekin’in çileli çehresinde, çarpıcı bir biçimde yansıyordu.
Bir düşünür, “acı, kutsal bir vahşidir” der. Bunu anlamak için, Doğu Türkistanlı Müslüman Uygurlar’ın yaşadığı zulme bakarak anlayabiliriz.
İsa Yusuf Bey’i tanıdıktan sonra, Türkoloji bölümünde, lisans eğitimimde okuduğum Doğu Türkistanlı büyük bilgelerin kitaplarındaki zenginliği daha çok fark ettim.
Bugün Çin’in “kazanılmış toprak” anlamında Şincan olarak isimlendirdiği, gerçekte Türkistan’ın doğusu olan bu aziz topraklarda, İslam medeniyet tarihinin en bereketli dönemi yaşanmıştı. Özellikle, Bilge Hükümdar Satuk Buğra Hân’ın döneminde, “mutluluğa ulaştıran bilgi” anlamına gelen Kutadgu Bilig adlı ölümsüz eserin yazarı Yusuf Has Hâcib yaşamıştı. Yine bir medeniyet şehri olan Kaşgar’ın, 11. yüzyıldaki büyük leksikografı Kaşgarlı Mahmud, bugün hâlâ, kullanışlı bir kaynak niteliğinde olan ölümsüz eseri Divanu Lügati’t-Türk’ü burada yazmıştı.
Uygur ülkesinin bir başka ölümsüz eserini, “Hakikatlerin Eşiği”ni, özgün adıyla Atabetü’l-Hakaik’ını Edip Ahmet Yükneki, 12. Yüzyılda, burada kaleme almıştı. Varlığa ilişkin en derin ve en anlamlı kitapları bize miras bırakmış olan Martin Heidegger’den yaklaşık sekiz yüzyıl önce, Doğu Türkistanlı bir bilge, insanlığa ve tarihe daha derin bir eseri, burada miras bırakmıştı.
Uygur Türkleri’nin yaşadığı dram, yeterince bilinmiyor. Burada öldürülen, hakları çiğnenen, yoksullaştırılan, haksız yere tutuklanan ve ölçüsüz cezalara çarptırılan her insan, bu ihtiyar yerküremizin geleceğine ilişkin umutlarımızın sönmesine yol açıyor.
Türkler, Türkiye’ye, Türkistan’dan geldiler. Zengin bir kültürel-manevî mirasın oluştuğu o aziz topraklarda, Doğu Türkistan halkı bir esaret hayatı yaşıyor. Zulüm görüyor. Sesini duyuramıyor. İslam medeniyetinin kalbindeki değerler barbarca asimile ediliyor. İnsanlar haksızca tutuklanıyor. Gözaltına alınıyor. Ve kendilerinden bir daha haber alınamıyor. Bin yıldan daha eski olan tarihsel-kültürel yapılar yıkılıyor, yerle bir ediliyor. Türkçe’nin en güzel edebî metinlerine imza atmış olan bir halkın çocuklarının ana dilleri unutturuluyor, kullanmalarına izin verilmiyor.
Doğu Türkistan bilgelik yurdu. Dilin, kültürün, dinin, evrensel insanlık ideasının vatanı. Türkiye Türkleri’nin toplumsal-siyasî tarihi açısından da son derece önemli bir geçmişe sahip. Bu topraklarda, Karahanlılar, Gazneliler, Harzemşahlar, Selçuklular ve Saidiler’in devlet tecrübeleri oldu. Mahmut Gaznevi, Abdülkerim Satuk Buğra, Timur, Selçuk Bey, Babürşah, Melikşah gibi evrensel hakanlar yetişti. İslam bilim ve düşünce tarihinin yıldız şahsiyetleri yaşadı. Bunların yanısıra, Doğu Türkistan zengin yeraltı kaynaklarına sahip. Jeo-Stratejik ve jeo-politik imkanları bakımından da, biz Türkiye Türkleri açısından çok önemli.
Türkiye’nin bilgelik birikimine çok katkı sunmuş olan büyük düşünür Ebu’l-Hasan Harakanî şöyle der : “Türkistan’dan Şam’a, kimin ayağına bir diken batsa, benim ciğerime saplanmıştır.” Türkiye’ye, Horasan bölgesinden gelmiş olan bu büyük bilge, Hristiyanların yoğun biçimde yaşadığı Kars şehrine gelip orada bir bilim ve düşünce merkezi açtığında, öğrencilerine şöyle diyor : “Buraya her gelene yemeğini suyunu verin, dinini inancını sormayın.”
Gerek Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz gerekse başta Türkiye olmak üzere bütün dünya Müslümanları böylesi bir gönül zenginliğine sahiptir. Bizim inancımıza göre, dünya ve içindekiler, bize, Allah’ın en aziz emanetidir. Mümin kelimesinin kök anlamı, emniyet, emin olmak, güvenmek, güvenilir olmaktır. İslam müminleri, bütün insanlık için güvenilir birer liman gibidir. Bu evrensel niteliklere sahip olan Doğu Türkistan halkı, bugün kirli bir enformasyon çarpıtmasıyla karşı karşıyadır. Onları terörist olarak nitelemek, en büyük haksızlıktır. Bugün Doğu Türkistan’da, ibadet, din öğretimi, din ve vicdan özgürlüğü, ana dil kullanımı ve düşünce özgürlüğü ağır bir tehditle karşı karşıyadır. Din ve vicdan özgürlüğü, düşünme, inanma ve inançlarını yaşama, en temel evrensel insan hakkıdır. Doğu Türkistanlılar bu haklardan yoksundur. En basit bir dinî kitaba, dergiye, öğretime izin verilmiyor. Camiler kapalı. Ana dil kullanımı ya yasak veya son derece kısıtlı. Uygurlar, kendi vatanlarında köle konumuna düşmüş durumda. Bu, Çin açından da, dünya açısından da utanç verici bir durumdur.
Bu durum bana, Konfüçyüs’ün şu sözünü hatırlatıyor : “Bir ülkede adaletin varlığı kişinin kendini özgürce ifade etmesinden anlaşılır. Bir ülkede adaletsizliğin varlığı ise kişilerin başına buyruk davranışından anlaşılır.”
Adalet ve özgürlüğün olmadığı bir yerde insanlık çürümeye yüz tutar.
Doğu Türkistan halkının evrensel bilime katkı veren büyük mazlumu İlham Tohti, bugün haksız yere ömür boyu hapis cezasıyla tutukevindedir.
Bir an evvel bu haksız cezanın kaldırılmasını diliyorum.
Bir bilgelik, aşk ve tefekkür yurdu olan Doğu Türkistan’ın halkının özgürleşmesine -kendi evlatlarını da kurban vermiş olan- bütün varlığıyla hizmet eden bilge insan Rabia Kadir’in şahsında, bütün Uygur kardeşlerime, bu kutlu özgürlük yolunda ölene değin yanlarında olduğumu belirtmek istiyorum.
Son olarak Doğu Türkistan sivil toplum kuruluşlarına sesleniyorum:
Türkiye-Çin ilişkisinde artık Doğu Türkistan meselesi önemli bir mesele olarak gündeme gelmeye başladı. Hükümetlerin bu konuda yanlış yapmasını önlemek veya Doğu Türkistan meselesini çözmeye yönelik siyaset oluşturmasını sağlamak için Türk kamuoyunu bilgilendirmemiz gerek. Bu konuda Doğu Türkistan’dan sivil toplum kuruluşlarına büyük görev düşüyor. STK’ların Türkiye’de sürekli etkinlikler düzenlemek, basın toplantısı yapmak, gösteriler, imza kampanyaları düzenlemek suretiyle gündem yaratması gerekmektedir. Türk medyası aracılığıyla doğru bilgileri Türk kamuoyuna iletmemiz gerekmektedir.
Kaynak : Zaman gazetesi 24.07.20116
Etiketler: Çin » Din » Dünya » Genel » Görüş Yorum » Gündem » kÖŞE YAZARLARI » Makale Analiz » Röportajlar » SiyasetBENZER HABERLER