logo

trugen jacn
08 Nisan 2015

ÇİN ZULMÜNDEN KAÇAN UYGUR TÜRKLERİ (3. VE SON BÖLÜM)

TAY-8

 

Pirinç tarlasında bırakıldılar
T.F., 3 bin dolar rüşvet vererek hapishaneden çıktıklarını söylüyor ancak, rüşvet verdikleri polis aileyi Çin’e komşu bir ülkenin sınırlarında bir pirinç tarlasına bırakıyor.

“Çin’den sonra geçtiğimiz ikinci ülkenin polisi bizi Çin sınırından geçtiğimiz ilk ülkenin sınırında bir pirinç tarlasına geri götürdü. Tarlanın durumu çok kötü ve nemliydi. Sinek doluydu. Bir buçuk gün uyuyamadık. Neredeyse hep ayakta bekledik. Yiyecek bir şey bulamadık. Yanımızdaki bir aylık bebek de çok açtı. Annem beslenemediği için, sütü de çok az geliyordu. Şeker kamışı suyunu içtik. Köylülerden tanesi bir dolara yumurta aldık”

T.F daha sonra kaçakçıların yardımı ile bir otelde dokuz gün kaldıklarını söylüyor. Kaldıkları otelde kendileri gibi 300 kadar Doğu Türkistanlı olduğunu, altı gün bu otelde sıra beklediklerini anlatan T.F., bir başka ülkenin sınırına kadar günlerce yürüdüklerini anlatıyor.

Ancak bu yürüyüş de hiç kolay olmamış. Dağın yamaçlarından, uçurum kenarlarından dolaşarak saatlerce yol yürümüşler. Ve iki günlük yolculuktan sonra da Malezya’ya ulaşabilmişler.

TAY-1

3 aylık bebek yolda öldü
Malezya onlar için Türkiye’ye gitmeden önceki son durak. En büyük sorun ise, sahte pasaport hazırlatabilmek. Bunun için de sıra beklemek zorundalar. Ancak sıranın ne zaman kendilerine geleceğini bilmedikleri için bir ev kiralamak zorunda kalıyorlar.

Kaçak oldukları için evden zorunlu olmadıkça çıkmamışlar. Bu arada iki ay önce doğum yapan annesi de bebek de çok yorgun düşmüş. T.F kardeşinin ölümünü şöyle anlatıyor: ‘Bebek çok açtı. Annem ona yemek yedirirken çocuk açlıktan yemeği hemen yutmak istedi. Yemek boğazında kaldı. Kardeşim 2 ay 20 günlükken vefat etti. Orada pasaport olmayınca mezar da bulamadık. Kaçaktık. Ablamın kocası rüşvetle sahte pasaport yaptırdı. Bebeği o pasaportla gömdük.’

TAY-3

11. kattan düştü ölmedi
Bebek kendi elinde ölünce annenin psikolojisi de bozuldu. Annesinin kendisini bebeğin ölümünden sorumlu gördüğünü anlatan T.F., bir gün evde otururken büyük bir gürültü duyduklarını, koşarak balkona çıktıklarını söylüyor: ‘Tuttuğumuz ev 11. kattaydı. Balkondan aşağı baktığımda annemin atladığını gördüm. Dördüncü kattaki otoparkın çatısına düşmüştü. O şiddetle çatı bile yarılmış annem de araçların üzerine yuvarlanmıştı.’

Olay yerine hemen polis ve ambulans gelmiş ve hastaneye gittiklerinde annesinin yaşadığını öğrenmişler. Ancak bu kez kaçak oldukları ortaya çıkmış. Yargılanarak, cezaevine gönderilmişler. Annesi de biraz iyileşince hapse atılmış.

Bu arada, yolda hamile kalan T.F. cezaevi sürecinde hastanede doğum yaptığını, iki ay hapiste kaldıktan sonra buldukları bir avukatın sayesinde serbest kaldığını söylüyor.

Aile bir ay sonra Türkiye’ye ulaşmayı başarıyor.

Ancak yolculuk sırasında zaman zaman ayrı düştükleri gibi, aile farkı zamanlarda Türkiye’ye gelebildi. Kendilerinden önce yola çıkan babalarıyla ikamet almak için gittikleri polis merkezinde kavuştular.

TAY-4

Çocuklarını saklayarak büyüttü
Çin’in çocuk kotasını delerek, Doğu Türkistan bölgesinde beş çocuk sahibi olan R.Y., bebeklerini evin içine saklayarak büyüttü. Dindar oldukları için baskı gördüklerini söyleyen aile, ikiye ayrılarak ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Altı ay süren zorlu yolculuk sonunda Türkiye’ye ulaşan aile, yeni bir hayat kurmaya çalışıyor.

R.Y., anlattığına göre, liseyi bitirdikten sonra başörtüsüyle okula alınmadığı için eğitimine devam edemedi. Evlendi. Beş çocuğu oldu. Ancak çocuk kotası nedeniyle en küçük üç çocuğuna kimlik alamadı. Kotaya rağmen neden üç çocuk fazla doğurduğunun gerekçesini, “Çin, Uygurları sürekli öldürüyor. Çocuk doğurmazsak neslimiz bitirecek” diyerek anlatıyor. Çocuklarını gizli saklı büyütmüş.

R.Y. ve ailesinin dindar kimliklerinden dolayı yaşadıkları baskılar ve çocukları özgür bir ortamda büyütme hayalleri nedeniyle ülkelerini terk etmeye kararı vermesi zor olmamış. Bugün 37 yaşında ve Türkiye’de yeni bir hayat kurmaya çalışıyor.

Dağlarda çocuklar kayboluyor
2013 yılının ekim ayında Doğu Türkistan’ı (Şincan Uygur Özerk Bölgesi) terkeden aile, yola çıkmadan insan kaçakçılarının isteği ile iki çocuğunu kendileri gibi kaçan başka bir aileye vermek zorunda kaldı. Üç çocuğu ise yanlarındaydı. Çin sınır bölgesindeki bir şehirden birkaç gece yürüyerek komşu bir ülkeye geçtiler. R.Y. o yolculuğu şöyle anlatıyor: “O gece o kadar yüksek bir dağı tırmandık ki, sabah dağın üstünden aşağı bakınca sis gördüm ve kendime inanamadım bu kadar yüksek çıkığıma. O kadar tehlikeli bir yoldu ki, bir ayağınız kaysa da düşseniz, cesedinizi bulamazlar. Bizden önceki grupta birinin dört yaşındaki çocuğu düşmüş. Bulamamışlar. İnsan kaçakçıları çocuğun annesine ‘4-5 saatte aşağı inemezsin, insen de çocuğunu bulamazsın’ demiş. Bırak git demişler. Bırakıp gitmiş çocuğunu.”

TAY-5

‘Günlerce yürüdük’
Ormanlık alanlardan günlerce yürüdüklerini, kimi yerlerde nehirlerden yürüyerek karşıya geçmek zorunda kaldıklarını anlatıyor. Günler süren zorlu yolculuklar sırasında çok az yemek yemişler: ‘Biz evden çıkmadan önce çocuklara durumu anlattık. Çok tehlikeli bir yolculuğa çıktığımızı, yolda yaramazlık yapmamaları gerektiğini, yolculuk bitince çok rahat bir hayatın bizi beklediğini söyledik. Çocuklar kendilerini kurtarmak için dayandı.’

Doğu Türkistan’dan çıktıktan 21 gün sonra Malezya’ya ulaştıklarını anlatan R.Y., Doğu Türkistan’da başka bir aileye emanet ettiği iki oğlu ile de böylece buluşabildi. Malezya’da beş ay kaldılar. Bu süre boyunca kiraladıkları evden dışarı çıkmadan Türkiye’ye gitmek için sıra beklediler.

R.Y. bu zorlu yolculuğa ailesi ile vedalaşamadan çıktığını söylüyor. Yola çıktıktan sonra ise babasının vefat ettiğini öğrenmiş.

Kaçakçıların isteği doğrultusunda eşi ve üç çocuğundan Malezya’da ayrılarak yola devam etmek zorunda kalan R.Y., Türkiye’ye doğru kalan yolu iki çocuğuyla birlikte tamamladı.

Altı ay sonra Türkiye’ye vardılar
Altı ay sonra 2014’ün Nisan ayında iki çocuğu ile birlikte Türkiye’ye ulaşan R.Y., sahte pasaportla ülkeye giriş yaptığı için üç gün Atatürk Havalimanı’nda bekletildiğini anlatıyor. Daha sonra Kumkapı Geri Gönderme Merkezi’ne gönderilen R.Y. burada bir hafta kaldıktan sonra hastanede doğum yaptığını, ancak bebeğinin doğumdan hemen sonra öldüğünü söylüyor.

Eşi ve geride kalan çocukları ise yine sahte pasaportla Türkiye’ye bir ay sonra ulaşabildi. R.Y.’nin annesi, kardeşleri hala Doğu Türkistan’da. Ancak onlarla telefonda bile görüşemiyor. Çünkü bir şekilde iletişime geçerse ailesinin tespit edilebileceğinden, geride kalanlara baskı yapılabileceğinden korkuyor.

Tay._Tutuklu

‘Kapı zili çalınca çocuklar saklanırdı’
R.Y., eşinin üniversitedeyken siyasi nedenlerle bir süre hapis yattığını söylüyor. Bu nedenle sürekli Çin istihbaratının takibinde olduklarını, evlerine sık sık baskın yapıldığını, bu baskıların eşinin dindar biri olması nedeniyle gerçekleştiğini söylüyor. Özgürce inançlarını yaşayamadıklarını, çocuklarına İslami eğitim veremediklerini söyleyen R.Y., Çin’in baskınlarına dayanamayarak yaşadıkları küçük şehirden Urumçi’ye taşındıklarını söylüyor. Ancak anlattığına göre polis Urumçi’de de onları rahat bırakmamış: “Her an evimize operasyon düzenlenebilirdi. Çocuklarımız zil çaldığında travma geçirmiş gibi oluyordu. Saklanacak yer bulamıyordu. Çünkü biz çocuklara ‘sizi görürlerse bizden alırlar’ diye söylemiştik. Çocuklar bunu bildiği için zil çaldığında saklanacak yer arardı.”

R.Y., geride bıraktığı ailesini özlediğini söylüyor. Ancak eşi ve çocukları ile Türkiye’de yeni ve özgür bir hayata adım attığı için çok mutlu.

‘Çocuklarımın geleceği için kaçtım’
H.S., Doğu Türkistan’dan sekiz aylık hamileyken üç çocuğuyla birlikte kaçtı. Çin sınırında yakalanıp, tutuklanan eşini de ardında bırakarak… Aylar süren yolculuğun ardından ulaştıkları İstanbul’da yardımlarla geçinebiliyorlar.

H.S., 32 yaşında. Liseyi bitirdikten sonra başörtüsü ile eğitimine devam edemediği için Urumçi’ye yerleşerek, Kur’an ve Arapça kurslarına gitti. Eğitimini bitirdikten sonra evlendi. Üç çocuğu oldu. Evlendikten bir yıl sonra, eşi siyasi nedenlerle tutuklandı. Ancak baskıların durmadan devam ettiğini söylüyor. H.S.’ye göre yaşadıklarının nedeni eşinin çocuklarına dini eğitim vermesi. “Çin’de çocuklara din eğitimi verilmesi yasak. Abim ve babam da benzer nedenlerle yıllardır hapiste” diyor.

TAY-9

Eşi sınırda yakalandı

H.S. ve eşi çocuklarından üçünü alıp kaçmaya karar verdi. Önce, Çin’in sınır bölgelerine gittiler ve bir ay bir sınır şehrinde yaşadılar. Bu sırada ülkeden çıkmak için kaçakçılarla iletişim kurdular. Bir gün eşi kaçakçılarla konuşmak için sınıra gittiğinde Çin polisi tarafından yakalandı ve dokuz ay hapis cezası aldı. H.S. bu sırada hamileydi.

Eşi hapse girince üç çocuğu ile bir başına kaldığını anlatan H.S., eşinin de isteği ile yoluna devam etme kararı almış. Şimdi geriye bakıp düşündüğü zaman nasıl böyle bir karar aldığına inanamadığını söyleyen H.S., “Bu kadar güçlü olduğumu bilmiyordum. Anne olarak çocuğuma her baktığımda onun özgür bir hayatta okumasını, çalışmasını istiyorum. Eşim olmadan yola devam etme kararı almak çok zor oldu. Ama artık geri de dönemezdim” diyor.

İlk deneme başarısız
Sekiz aylık hamile olan H.S.’nin üç çocuğu ile ilk kaçış denemesi başarısız olmuş. Geçtikleri ilk ülkede polise yakalanmışlar.

“O ilk kaçış denemesinde saatlerce dağlardan, uçurum kenarlarından yürüdük. Orayı şimdi düşünmek, hatırlamak bile istemiyorum. Çünkü sekiz aylık hamileydim. Kurtların sesleri geliyordu. Bir gece taşların üstünde yattık, çocuklarım sürekli ağlıyordu. Üç çocuk benim gözümün içine bakıyor, bana güveniyordu. Benim ellerimi tutuyordu. Ama hiçbiri korkudan ses çıkaramıyordu.”

Tayland-Sakal

Üç çocuğunu başkaları ile gönderiyor
İlk kaçış denemesi başarısız olunca H.S. doğumunu bekliyor. Çocuklarını ise başka bir gruba teslim ediyor. Doğum yaptıktan 45 gün sonra da başka bir grupla yola çıkıyor. 2014’ün şubat ayında 45 günlük kızı kucağında olduğu halde 10 kişilik bir grupla yola çıkıyor. Çin’den Malezya’ya dokuz günde ulaşıyor. H.S. bu kadar kısa sürede birkaç ülkeyi geçmelerinin büyük şans olduğunu ifade ediyor.

Malezya’ya gittiğinde, Çin’de başkalarına teslim ettiği üç çocuğuna kavuşuyor. Yeni doğurduğu bebeği ile artık yanında dört çocuğu olan H.S.’ye eşinin arkadaşları oraya kadar yardım edebileceklerini söylüyor. Tanımadığı bir ülkede dört çocuğu ile ne yapacağını bilmez halde sabaha kadar ağladığını söyleyen H.S., orada tanıştığı kişilerin kendisine Türk konsolosluğuna gitmesini tavsiye ettiğini anlatıyor.

H.S. konsolosluğa giderek dört çocuğu ile açıkta kaldığını anlatıyor ve yardım istiyor. Üç ay sonra konsolosluktan olumlu cevap geldiğini anlatan H.S bir ay sonra da çocukları ile birlikte Türkiye’ye geldiğini söylüyor.

Ancak gelmeden önce haber verdiği arkadaşları bir yanlış anlaşılma üzerine havaalanında onu karşılamıyor. Havaalanında dört çocuğu ile ne yapacağını bilmez halde dolaşırken Doğu Türkistanlı başka bir grubu karşılamaya gelen bir dernek onlara sahip çıkıyor. Daha sonra dernekler yardımı ile yıllar önce Türkiye’ye gelen teyzesinin kızını buluyor. Onun yardımı ile çocukları ile yeni bir hayata başlıyor. Yolculuk boyunca en zor günlerini Malezya’da geçirdiğini söyleyen H.S. “32 yaşımdayım ama 60 yaşımda gibi hissediyorum” diyor.

‘Yolculuk 13 ay sürdü’
H.S. bir yıl bir aydan fazla süren yolculuğundan sonra buruk bir mutluluk yaşıyor. Çocukları yanında olduğu için mutlu ancak geride kalan eşini ve ailesini özlüyor. Çünkü H.S.’nin eşi hâlâ Doğu Türkistan’da. Hapisten çıkmış, kaçmayı planlıyor ama henüz bir yol bulabilmiş değil. Çocukların da babalarını sorup durduğunu söyleyen H.S., “Bazen çocuklarıma kızdığımda, ‘sizi Doğu Türkistan’a göndereceğim diyorum’ onların cevabı, ‘oraya bir daha asla gitmeyiz oluyor’ diyor.

Çocukların da Türkiye’ye alıştığını söyleyen H.S. o zorlu yolculuğu hatırladıkça çocuklarının kendisine, ‘sen dünyanın en büyük annesisin’ dediklerini ifade ediyor.

“Başörtülülerin pankartlarını asıyorlar”
H.S bu kadar zorlu bir yolculuğa katlanıp neden ülkesini terk ettiğini ise şöyle anlatıyor: “Çocuklarımın geleceği için memleketi terk ettim. Yakınımızda bir okul vardı. O okulun içinde panolara bizim gibi başörtülü sakallı insanların fotoğrafları asılmıştı. Bu insanlar kötü insan olarak gösteriliyordu. Çocuğumu bana düşman etmeye çalışıyorlardı. Ben çocuğumun eğitim almasını istiyorum. Ama Çin’in istediği gibi değil. Çocuklarımı özgürce yetiştirmek için kaçtım” H.S.’nin çocuklarının şimdi tek dileği var, Çin’de kalan babalarına kavuşmak.

Doppalı Çocuklar

Telefondaki ses hayatını değiştirdi
Çin’in çocuk kotası nedeniyle dört çocuğunu gizlice doğuran S.D., eşi ve çocuklarıyla birlikte kaçtı ancak Malezya’da yakalandı. Eşi Çin’e iade edildi, genç kadın ve çocuklarının hayatı ise sorguda polise telefonla tercümanlık yapan kişinin uyarısıyla değişti: “Çince konuşma”

S.D., 33 yaşında, dört çocuk annesi bir Uygur Türkü. Çocuklarının eğitimi ve geleceği için ülkesini terk ettiğini söylüyor. Eşi ile 2009 yılında evlendiğini belirten S.D. için sorunlar kızına hamileliği sürecinde başlamış. Çünkü eşi daha önce evlenip boşanmış ve iki çocuğu daha olduğu için kotaya takılmışlar. Çin kanunlarına göre köylerde üç, şehirlerde iki çocuğa izin veriliyor. Bebekleri, eşinin üçüncü çocuğu olduğu için korktuklarını söyleyen S.D.’ye göre, hamile olduğu öğrenildiğinde çocuğunu alabilirlerdi. Bu yüzden S.D. bebeğini bir köyde gizlice doğurmuş, bir süre sonra da eşi ile başka bir şehre taşınmaya karar vermişler:

“Önce Doğu Türkistan’dan Çin’in bir şehrine taşındık. Eşim ticaret yapıyordu. Bu yüzden taşınmamız daha kolay oldu. Resmiyette boşandık. Öyle olunca eve de baskın yapmadılar. Çin bölgesinde dört yıl yaşadık. Ben bu dört yıl boyunca hemen hemen hiç dışarı çıkmadım. Hep evde saklandım.’

S.D. dört yıl boyunca ailesiyle birkaç kez kaçak yollarla görüşebiliyor. Bu arada üç çocuğu daha oluyor. Ancak bu gizli saklı yaşamın kendisi için çok zor olduğunu söylüyor. Gizli yaşamak zorunda kaldığı için hastalandığında dışarı çıkamadığını, çocukları hastalandığında doktora götüremediğini, okula gönderemediğini söylüyor.

Tayland Uygur Türkleri Sinan Oğan

‘Ormanda Saatlerce Yürüdük
Hayatlarının bu şekilde saklanarak süremeyeceğini anlayınca en küçüğü üç aylık olan dört çocuğunu da yanlarına alıp 2011 yılında yola çıkmışlar.

Anlattığına göre, önce Çin’in sınır bölgelerine gittiler. Bir gece yarısı sınırdan bir komşu ülkeye geçtiler. Ancak geçtikleri ülkenin polisi aileyi yakaladı ve sınır dışı edildiler. Çin polisine teslim edilmemelerini ise şans olarak değerlendiriyor. Ertesi gece insan kaçakçıları vasıtasıyla tekrar Çin sınırından komşu ülke sınırına geçen aile, üçüncü ülkeye saatlerce orman içinde yürüyerek ulaştıklarını anlatıyor. Aile, Malezya’ya 15 günde varabiliyor.

‘Eşimi Çin’e iade ettiler’
Malezya’da daha önceden oraya giden arkadaşlarının kendileri için kiraladığı evde kalıyorlar. Ancak eşi burada polise yakalanıyor ve Çin’e iade ediliyor. S.D. dört çocuğu ile Malezya’da yalnız kalıyor.

Eşi götürülünce bir süre ne yapacağını bilmeden ağladığını söyleyen S.D., yoluna nasıl devam ettiğini şöyle anlatıyor: ‘Beni de alırlar diye ertesi gün dört çocuğumla evden kaçtım. Nereye kaçacağımı bilmiyordum. Bir süre sokaklarda yürüdük. Sonra bir camiye sığındım. Orada bir gece kaldıktan sonra bana bir aile sahip çıktı. Bir hafta da onların yanında kaldım. Ama sonra onlar da beni yabancılar şubesine teslim ettiler.’

‘Beni Çin’e göndermelerinden korktum’
S.D. götürüldüğü yabancılar şubesinde kendisini dört çocuğu ile Çin’e geri göndereceklerini düşünerek çok korktuğunu anlatıyor. Kendisine ‘nerelisin’ diye sorulduğunda “Türkistanlıyım” diye cevap verdiğini anlatan S.D. yaşadığı korkuyu şöyle anlatıyor: ‘Orada beni Çin’e geri gönderecekler diye çok korktum. Hep ağlıyordum. Bana haritayı açtılar “Türkistan neresi kendi memleketini bul” dedi. Ben “bulamıyorum” dedim. İngilizce bilmediğim için hep işaret diliyle konuşuyorduk. Ama sürekli ağlıyordum, korkudan ne yapacağımı bilemedim. Beni Çin’e gönderirlerse hapse atarlar işkence yaparlardı. Çocuklarım için çok korktum.’

Bangkok

S.D. bu ifadeden sonra iki gün nezarethanede kaldığını söylüyor. Anlattığına göre iki gün sonra tekrar sorgu odasına çağırıldığında eline bir telefon verilmiş. Telefondaki sesin Uygurca konuştuğunu duyduğunda ne yapacağını şaşırdığını anlatan S.D., telefon konuşmasını şöyle anlatıyor:” Telefondaki ses ‘polise nereliyim dedin?’ diye sordu. Ben ‘Türkistanlı’ diye cevap verdim. O da bana, ‘Allah yardımcın olsun. Ben de onlara senin gibi söyleyeceğim. Ama sen kendini belli etme. Çin’den deme sakın, Çince hiçbir şey söyleme. Çin dersen seni oraya gönderirler. Ama Türkistanlı demeye devam edersen seni gönderemezler’ dedi. Ben o zaman kendimi çok mutlu hissettim.”

uyghur-musapir-yoqlash-yardem-6.jpg

Türk doktor hayatını kurtarıyor
O konuşmadan sonra S.D. dört çocuğu ile 45 gün hapis yattığını söylüyor. Hapishanenin revirinde tanıştığı bir Türk doktorun yardımı ile Türk konsolosluğuna başvurduğunu anlatan S.D., konsolosluğa yaptığı yardım çağrısının cevapsız kalmadığını belirtiyor. Konsolosluğun kendisi ile ilgili bilgileri aldıktan bir ay sonra Türkiye’ye geldiğini anlatan S.D. yaşadığı zor günlerin ardından Türkiye’de ona sahip çıkan dernek ve vakıflar sayesinde hayata tutunmuş. Ancak aklı eşinde. Türkiye’ye döndükten sonra Çin’de hapiste olan eşinin 80 yıl ceza aldığını, babasının ise bir trafik kazasında vefat ettiğini öğreniyor. Ailesinin güvenliği için kimseyi arayamıyor. Eşinin ailesini polislerin sürekli rahatsız ettiğini ve kendisini sorduğunu, kayınpederine, “gelinin Türkiye’de ne yapıyor, buraya gelsin” dediklerini öğreniyor. Kendini çok çaresiz hissettiğini belirten S.D. zor da olsa yeni hayatına alışıyor. İstanbul’da yardımlarla geçinen ailenin umudu geride kalan aile üyelerine kavuşmak. TAY-6

Kaçışın nedeni siyasi ve ekonomik
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Asya-Pasific Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Selçuk Çolakoğlu, son yıllarda Uygur Türklerinin yoğun bir şekilde ülkelerini terk edip zorlu yolculukları göze almasını, “Siyasi baskılara ekonomik zorluklar eklenince Uygurlar yasal ve yasadışı yollarla daha iyi hayat kuracaklarını düşündükleri ülkelere gitmeyi tercih ediyorlar” diye açıklıyor.

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Asya-Pasific Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Selçuk Çolakoğlu, Çin’in Uygur Türklerinin yaşadığı Sincan Uygur Özerk Bölgesi politikasını ve kaçışın nedenlerini Al Jazeera Turk’e anlattı.

Çolakoğlu’na göre, 1990’lara kadar Çin, azınlık bölgelerinde ve Doğu Türkistan’da nispeten ılımlı bir politika izledi ancak, Tiananmen olayları, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Orta Asya Cumhuriyetleri’nin bağımsızlığını elde etmesinin etkileriyle Pekin’in tavrı değişti: “Çin bu dönemlerden sonra özellikle hassas bölgelerde yaşayan ve çoğunlukta olan azınlıklara yönelik politikalarını sertleştirdi. Bu açıdan sınır bölgesinde yaşayan ve bağımsız olma potansiyeli bulunan Uygurlar en riskli azınlık grubu haline geldi.”

Çolakoğlu, Uygurların Doğu Türkistan olarak adlandırdığı Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin resmiyette özerk olmasına rağmen, Çin Komünist Partisi’nin bu bölgeleri çok sıkı bir şekilde kontrol ettiğini belirterek, “Azınlıklardan seçilen özerk bölge başkanlarının sembolik yetkisi varken, esas kontrol Çin Komünist Partisi yerel temsilcisinde oluyor” diyor.

Çolakoğlu’nun verdiği bilgilere göre, Doğu Türkistan’daki Uygurların nüfusuna dair güvenilir rakamlar yok. “1990’arın başından beri Uygurlar resmi kayıtlarda 8 milyon olarak gösteriliyor. Uygurlar ise kendi nüfuslarının 20-30 milyon civarında olduğun iddia ediyorlar. Daha objektif kaynaklar ise Uygurları 10-12 milyon civarında tahmin ediyor” diyor.

kmude_dogu_turkistan_konferansi_h22396

Çolakoğlu son yıllarda Uygur Türklerinin yoğun bir şekilde ülkelerini terk edip zorlu yolculukları göze almasının nedenini, “Özellikle 5 Temmuz 2009 Urumçi olaylarından sonra Pekin yönetimi, Uygurların çoğunlukta yaşadığı yerleşim yerlerindeki kontrolünü artırdı. Ayrıca Uygurlar arasında eğitimsizlik ve işsizlik çok yaygın. Bu siyasi baskılara, ekonomik zorluklar da eklenince Uygurlar yasal ve yasadışı yollardan daha iyi hayat kuracaklarını düşündükleri ülkelere gitmeyi tercih ediyorlar” diye açıklıyor.

“Oruç yasaklamak yaygın bir uygulama”
Çin’in bağımsız insan hakları kuruluşlarının ülkede faaliyet göstermesine izin vermediğinin altını çizen Çolakoğlu’nun dikkat çektiği bir diğer nokta ise insan hakları ihlallerini takip etmenin zorluğu: “Çin’in insan hakları yaklaşımı uluslararası standartlardan çok farklı ve devletin mutlak hâkimiyetini kutsayan bir yaklaşımı var. Bu yüzden bağımsız insan hakları kuruluşlarının Çin’de faaliyet göstermesine izin verilmiyor. Buna rağmen çoğu bağımsız insan hakları kuruluşu Çin’de ve özellikle azınlık bölgelerinde yaygın ve sistematik insan hakları ihlallerinden bahsediyor. Çin Komünist Partisi genel olarak, siyasi olarak kullanılabilecek dini faaliyetlere ya izin vermiyor ya da çok sıkı sınırlama getiriyor. Meselâ, Ramazan’da Müslüman öğrencilerin oruç tutmasını yasaklamak okullarda çok yaygın bir uygulama.”

Çin’in ‘Uygurların terör faaliyeti yürüttüğü’ne yönelik iddiaları konusunda ise Çolakoğlu, “Çin her türlü ayrılıkçı örgütü, terör örgütü olarak kabul ediyor” diyor. Bununla birlikte, terör grubu olarak nitelendirilen bazı Uygur örgütleri olduğunu ifade eden Çolakoğlu, Çin’in, Doğu Türkistan İslami Hareketi’ni ABD başta olmak üzere pek çok ülkede terör örgütleri listesine aldırmayı başardığını belirtiyor.

Çin’de çocuk kotası uygulanırken azınlık mensuplarına biraz daha esnek davrandığını söyleyen Çolakoğlu, azınlıklara şehirlerde iki, köylerde üç çocuk sahibi olabilme hakkı tanındığını, uygulamada bazı durumlarda ise para cezası karşılığında daha fazla çocuğa göz yumabildiklerini ifade ediyor.   (BİTTİ)

Kaynak : Aljera.com.tr (Türkçe)

Etiketler: » » » » » » » »
Share
1729 Kez Görüntülendi.