Son Dakika
Gürsel TOKMAKOĞLU
Doğu Türkistan/Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Uygur ve diğer etnik Müslüman/Türk nüfus ile Çin arasında yaşanan insan hakları ihlallerine yönelik uygulamalardan kaynaklı sorunların giderek dünya gündemine oturmuş olması hepimizin dikkatini çekmektedir. Bu önemli konuyu irdeleyelim.
Doğu Türkistan/Uygur Özerk Bölgesi Altay Dağları’ndan güneye Kaşgar’a kadar inen geniş bir bölgedir. Çin yüzölçümünün altıda biridir. Sincan bölgesi Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan ile sınırdır. Tarihteki Göktürk Devleti gibi Türk devletlerin topraklarıdır. Uygur lehçesi Çağatay lehçesine yakındır. Resmi olarak Sincan-Uygur Özerk Bölgesi olarak bilinen Doğu Türkistan, Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) 1949’da iktidara gelmesiyle sahiplenilmiştir. Bugün bu özerk bölgenin başkenti Urumçi’dir. Uygur bölgesinde 20 milyon kadar nüfus yaşar. Bunun yarıdan fazlası Uygur, ayrıca diğer etnik gruplar vardır. Çin bir süredir bölge nüfusunu değiştirecek politikaları uygulamaktadır. Sincan’da Uygur halkının yanı sıra Kazak, Kırgız, Tatar ve Özbek gibi Müslüman/Türk nüfus da yaşamaktadır.
Sayıları yüzleri bulan eğitim kamplarında bir milyondan fazla Uygur Türkü gözaltında tutuluyor. Tutuklamalar ağırlıklı olarak Sincan bölgesindedir. ABD konuyu bir “soykırım” olarak tarif etmektedir. İnsan hakları örgütleri, BM yetkilileri ve birçok yabancı hükümet, Çin’i, soykırım olarak nitelenen bu tür ihlalleri durdurmaya çağırıyor. Ancak Çin yetkilileri, bu kamplara “Mesleki Eğitim Merkezi” diyorlar ve Uygur Türklerinin insan haklarının ihlal edilmediğini iddia ediyorlar. Gözaltı merkezleri hakkında bilgi paylaşmayı reddediyorlar, gazetecilerin ve yabancı müfettişlerin inceleme başvurularını geri çeviriyorlar. Çocukları ailelerinin rızası olmadan bu kaplara götürülüyorlar. Çinli yetkililerin kampların amacı ile ilgili savunmaları, “Mandarin, Çin yasaları ve mesleki beceriler öğretmek ve vatandaşların aşırılık yanlısı fikirlerden etkilenmesini önlemek, yeni ortaya çıkan terörist faaliyetleri atlatmak,” şeklindedir.
Değişik kaynaklardan alınan bilgilere göre, son yıllarda yaklaşık 800 bin ila 2 milyon Uygur ve diğer Müslüman/Türk nüfus gözaltına alındı. ÇKP Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı Xi Jinping, Sincan’ı 2014 yılında ziyaret etti. Burada “dini aşırılığın zehir etkisi” konusunda uyarılarda bulundu ve (onların ifadesiyle) “radikal İslam’ı ortadan kaldırmak için sert de olsa değişik baskı araçlarının kullanılması gerektiği” politikasını savundu. ÇKP 2017’de aldığı kararla Sincan bölgesine özel bir politikayı devreye koydu. Urumçi’nin geliştirilmesi için projeler uygulandı. Halen Kazakistan ile Çin arasında serbest sınır ticareti uygulaması vardır.
2000’li yılların başlarından itibaren bölgede nüfus hareketlerinde büyük artış oldu. Kamplar da bu tarihte inşa edildi. Kasım 2019’da Xi Jinping, Sincan’daki politik baskının temellerini attı. Sincan Komünist Parti Sekreteri Chen Quanguo 2016’dan bu yana Sincan’da güvenliği önemli ölçüde artırdı, bu durum yakın dönemde daha da arttı. Kamplardakiler bir suçlamaya itiraz hakkına sahip değiller. Kamplarda uygulanan programın Uygur gençlerinin Çin karşıtı olmamalarına yönelik her türlü konuyu içerdiği ileri sürülüyor. Uygur nüfusunun Türkiye ve başka bazı ülkelere seyahatlerine yasak var. Bazı dini vecibelerin yerine getirilmesinde tahditler söz konusu. Dindar her Uygur ferdi aşırılık yanlısı şeklinde itham edilmekte. Kampların dışında, Sincan’da yaşayan 11 milyon Uygur, esasen Çin yetkilileri tarafından on yıllardır süregelen baskılara maruzdur.
ÇKP, Sincan’da İslam’ın herhangi bir ifadesini aşırılık, geçmişteki bağımsızlık hareketlerine bir uzantısı olarak görmektedir. Bu sürtüşmeye bağlı olarak Doğu Türkistan İslami Hareketi sesini daha fazla duyurmaya başlamıştır. Çin bu hareketi terör örgütü olarak ilan etmiştir. ÇKP, 11 Eylül saldırılarını ve ABD’nin Terörizme Karşı Küresel Savaş ilanı argümanını kullanmaya başlamıştır. Çin, “Üç kötülük” diye bir şey ilan etti: Ayrılıkçılık, dini aşırılık ve uluslararası terörizm. Bu üç kötülüğe her şartta müdahale edeceğini ilan etti.
2009’da Urumçi’de ekonomik sorunlar ve kültürel haklar içerikli yapılan protesto gösterilerinde yaklaşık 200 kişi hayatını kaybetti. Bu olay Pekin’in Uygur toplumuna yönelik sergilediği tutumda bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten sonra Pekin’in gözünde, tüm Uygurlar “potansiyel terörist veya terörist sempatizanı” şeklinde değerlendirilmektedir. Ayrıca Pekin, DAEŞ içine giren Uygurlu militanların dönüp Çin’de faaliyette bulunacaklarına yönelik bir endişeye kapıldı. Çin’in Bir Kuşak Bir Yol İnisiyatifi ile yapmak istediği projelerin Çin karşıtı militanlarca sabote edilebileceğini dikkate almaya başladı.
Sincan bölgesinde sosyal yaşam kısıtlamalarla sürmektedir. Her yerde Şebeke Yönetim Sistemi dedikleri kameralar vardır ve bireylerde dijital kimlikler bulunmaktadır, 7/24 atılan her adım kontrol edilmektedir, çoğu yerde yüz tanıma cihazları kullanılmaktadır. Biyometrik veriler toplanmakta ve yetkililerce kullanılmaktadır. Bu dijital verile Entegre Ortak İşlemler Platformu ile depolanmaktadır. Ayrıca güvenlik güçleri her yerde kimlik kontrolü yapmaktadır. Cep telefonu sinyalleri eksiksiz takip edilmektedir. Değişik çevrelerce bunun özgürlük bahsiyle çeliştiği ifade edilmektedir. Ayrıca camilere gidilmesi, Ramazan’da oruç tutulması ve (İslam’a göre) helal gıda tüketilmesi, gibi dini vecibelerin de veri tabanında kayda geçtiği bilinmektedir.
Öte yandan Çin devleti başka ülkelere yönelik Uygur Türkleri’ndeki faaliyetleri takip etmesi hususu var. Bazı ülkelerden suçlu olmadıkları halde Uygurları baskı kurarak iade ile istediler veya sınır dışı edilmelerini sağladılar.
ABD, Donald Trump döneminde özellikle Dışişleri Bakanı Pompeo’nun icraatıyla Çin’e karşı belli bir Uygur politikasını harekete geçirdi. Burada Çinli yetkilileri iddialara cevap vermeye ve BM’yi de göreve çağırdı. Trump, Haziran 2020’de Kongre’den büyük bir destekle geçen ve Sincan ÇKP Sekreteri Chen Quanguo da dahil olmak üzere bazı sorumlulara karşı yaptırım uygulanmasını yasalaştırdı. Bu yasa ayrıca, Sincan’da ürün satan veya faaliyet gösteren ABD’li işletmelerin ve bireylerin faaliyetlerinin insan hakları ihlallerine karşı korunmasını kapsamaktadır. ABD, ihlallerden sorumlu tuttuğu Çinli yetkililere vize kısıtlaması getirdi. Bölgedeki suiistimallerle bağlantılı 20’den fazla Çinli şirkete ve ajansa yasak getirdi, bunların ABD ürünlerini satın almaları engellendi.
Avrupa Birliği 2020’de Magnitsky Yasası gereği Çin’e karşı insan haklarını ihlal ettiklerinden dolayı yaptırım uygulanmasını kabul etti. Bütün bunların sonunda Çin devletinden, kampların derhal kapatılması ve kayıp Uygur nüfusunun bulunması talep edildi.
Joe Biden yönetimi de bu politikalarını sürdürecek. Açıklamalar bu yönde yoğunlaştı. Şimdi Joe Biden yönetimi, ABD’nin AB ülkeleri ve İngiltere’den Çin’e kaşı Uygur meselesi kapsamında destek aldığı gibi, çeşitli ülkelerden ve özellikle müttefiklerinin tamamından, bu arada Orta Doğu ülkelerinden destek almayı beklemektedir. Çin’e; “küresel terörle uluslararası sistem olarak tedbir alırız ancak, özellikle Sincar-Uygur Bölgesi’nde görülen soykırıma ve insan haklarına yönelik mevcut iddiaların da açıklığa kavuşturulması şart,” denmektedir.
Görüldüğü üzere Çin bağlamında genel bakışla gündemdeki konular şunlardır: Türkistan/Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Uygur ve diğer etnik Müslüman/Türk nüfusa yönelik insan hakları ihlalleri; Trump döneminin sonlarından itibaren ve Biden’ın öncelikle ele alacağı Çin’e yöneltilecek demokrasi, özgürlük ve insan hakları bağlamındaki politik argümanı.
Bunun yanı sıra özeldeki konu şudur: Doğu Türkistan/Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Uygur ve diğer etnik Müslüman/Türk nüfus ile diğer Türk devletlerinin ve Müslüman toplulukların kardeşlik bağları.
BENZER HABERLER